Okurlarım, belki bu yazıyı, Fuzuli'nin "Su Kasidesi"yle bağlamamı isteyeceklerdir. Ne var ki, ben iyi bir şiir gördüm mü başımı çeviririm. Etkisinde kalmamak için. Çünkü o dizeleri kendim bulacağıma inanırım.
Denilebilir ki, çağımız insanı kendisine neyin mutluluk getireceğini bilmeden binlerce, yüz binlerce teknik yaratı içinde çırpınıp durmaktadır. Hiç kuşku yok, bugünün insanı İstanbul'dan uçağa binip iki saatte Roma'ya uçtuğu vakit tekniğin iyi bir şey olduğunu düşünür. Ama aynı insan, yüzlerce otomobilin tıkadığı yolda, Opel'inin bir parmak boyu ilerlemediğini gördüğü vakit de, tekniğe olan inancını yitirir.
bir yazarın asla yazamayacağı bir şiiri eleştirmesi...
Sırası gelmişken söyleyeyim, Orhan Veli’nin «İstanbul Türküsü» ile «İstanbul'u Dinliyorum» şiirleri karşısında ağzı sulananlar da biçimle kalıbı birbirine karıştıranlardır. Bu iki şiir kalıp bakımından dokuncasız, biçim bakımından ise başarısızdır. Oysa bu iki şiiri övenler onların kalıbından gelen ucuz bir güzelliğe kapılırlar.
Fazıl Hüsnü Dağlarca son şiirinden birinde estetik sözcüğüne bir karşılık sürdü ortaya: gözelik.
Anlaşıldığına göre Dağlarca, gözelik'i göze sözcüğünden türetmiştir. "Su kaynağı" anlamına gelen bu sözün ise estetikle ilgisi pek ozanca bir ilgidir.
Doğrusu, Osmanlıların örgütlenmede üstlerine pek yoktur. Kurdukları İmparatorluğun bütün savrukluk ve sapkınlıklara karşın öyle kolay kolay dağılmamasının nedeni de burada aranmalıdır.