Amerikalı ünlü Hemingway'in gerçek hayatında da, 1.Dünya savaşı sırasında İtalyan ordusunda yaptığı gönüllü cankurtaranlık dönemine (ne aradığı bilinmez!) ait; savaş olgusuna bakışı derinden etkileyen, savaşan tarafların çelişkileri nezdinde irdelediği yapıtı.
Savaşın getirdiği acılara karşı aşkın büyüsünü koyar yazar, Hegel'in diyalektıği gibi. Değişen davranışlar, insan düşünceleri sonrası silahlara (savaşa) veda eden teğmen Henry ile hemşire Catherine'in (Anglosakson:) birlikteliği, Savaşma Seviş, mottosunu andıran. İtalyan ordusunun geri çekilmesiyle hızlanan bu ilişkinin sonunda sevinç ve mutlu son yok maalesef, hayatta başımıza gelebilenler gibi. Basit ama etkili kurgusu yanında pek çok yazarı da etkileyen Hemingway'in çevre ve mekan tahlilleri ile kısa ama sarsan diyaloglarına bezeli üslubu, esere akıcılık ve bittiğinde akılda kalıcılık sağlıyor. Erkeklere özgü eril savaş metaforunun karşısında kadınlara özgü aşk metaforu, her iki kitleyi de okumakta hoşnut bırakıyor.
Yazarın savaşlara olan genel tutumu özelinde yazılan bu antimilitarist kitap; insanlığın ya da medeniyetin derin çelişkileri doğrultusunda sorgulara boğuyor okuru. Niçin ve ne için savaşır insanlık? Neyi paylaşamaz? Üzerinden yüz yıl geçmiş savaşın içindeki ölümlerin gölgesinde, acaba okurların vicdanları hâlâ yerinde duruyor mu? Tıpkı bizim de, bahsedilen savaşta yenilgimiz ardından yapmak zorunda bırakıldığımız Kurtuluş savaşı'ndan kalan halkımızın tükenmeye yüz tutan vicdan tortuları gibi... Bence eser, yine savaşı anlattığı başyapıtı #çanlarkiminiçinçalıyor öncesi önemli bir durak: Okuyun.