Öbür dünyaya göçtüğümde Bedri'ye şöyle diyeceğim: "Otobüsü kaçırmamışız. Çünkü bizim hatta çalışan otobüs yokmuş. Bu otobüsü bekleyen yolcu da yokmuş. Bugün artık iyice biliyorum. Herkesin kendi otobüsü var.
Dünya yazınındaki bugünkü eşsiz yerini sağlayacak tamamlanmamış yapıtlarını, ölüm döşeğindeyken, dostu Max Brod'dan yakmasını istemişti. Milena'ya, Felice'ye ve öbür sevgilileriyle dostlarına yazdığı mektuplardan ise hiç söz etmemişti. Çünkü mektuplarının saklanmış olabileceğini ve ilerde yayımlanabileceğini ummuyordu.
Ama en önemlisi, yazacaklarımın, daha önce yazdıklarıma bir şey eklemeyeceği düşüncesi. Daha açık bir deyişle bir tükenmişlik, bir tüketilmişlik, bir kısırdöngü içinde dolanıp durma, bir bitmeyen gece saplantısı.
"Yarına kalmak değil, günüme kök salmak istiyorum" diyen bir yazar bile, bu dünyadan göçmeden önce alkış seslerini duymak sevdasında değilse, salmak istediği kökün, yarın çiçeklenip tohum vereceğini umar.
"Başlarsın sürer. Başlarsın bitmez. Senden sonra gelenler bir nokta koyarlar. Senin adına. Ama sen bir nokta koymak istememişsindir. Hele bir "son nokta"... Hiçbir zaman. Çünkü yarattığın, ardında bıraktığın yapıtlar bir sonuç değildir. Hep aramalardır. Sorduğun soruların yanıtlarıdır. Ama her verdiğin yanıt, senin için yeterli değildir. İnandırıcı değildir. Soru aynı kalsa da (ki o da değişir zaman içinde) yanıt değişir. Değişmek zorundadır.