Lise üniversite yıllarında, “Öğrenci siyasetle uğraşmaz, ekmeğini eline al ne yapacaksan yap.”, işe girince “Şimdi daha işin başındasın, hele yönetici pozisyonuna gel, o zaman kurtarırsın Türkiye’yi”, yönetim kademesine gelince “Haddini aşma, seni alırlarsa her dediklerini yapacak birini getirirler, uyum göstermeye çalış.” evlenince “Yeni evlisin, çoluğun çocuğun küçük, kendine acımıyorsun bari onlara acı”, yaş kemale erince de, “Çocukların senin yüzünden iş bulamayacak, bırak bu işlerle gençler uğraşsınlar” baskısıyla karşı karşıya kalan yurdum insanında “DAVA ADAMLIĞINDAN” eser kalır mı?
Yukarıdan beri sıraladığım, şiddeti hoş gören, olağanlaştıran ve hatta kutsayan anlayış değişmedikçe; kadına, çocuğa, kitlelere, hayvanlara kısacası fiziksel olarak zayıfa yönelik şiddetin süregelmesinden doğal ne olabilir?
Son yıllarda “erkek her zaman haklıdır” diye özetlenebilecek bu erkek egemen anlayış, o kadar yaygınlaştı ve her türlü ahlak kurallarını aşan bir sapıklığa büründü ki, insanın havsalasının kabullenmesi mümkün değil.
Silah, ilaç, enerji ve uyuşturucu tröstleri yüzünden çıkan savaşları, o savaşlarda ölen yüz binleri, çevre katliamlarını, açlıktan ölen milyonları, yeni doğurduğu çocuklarını çöplüğe atan anneleri, ensest ilişkileri, çocuk tacizlerini, kadına şiddeti, çocuk gelinleri, kan davasını, yalancıları, dolandırıcıları, devlet malının talan edenleri, Allah ile aldatanları, cehaleti görüp de Yakup Kadri’nin; “İnsan hayvanların en kötüsü, en bayağısı ve en az sevimli olanıdır.” değerlendirmesine katılmamak mümkün mü?