Yaşamımda bir kez daha gecelerin ne denli uzun ve acımasız olabileceğini, bir hasta için hapishaneden de yalnız bir dünya olduğunu öğrenmiştim. Oysa geceler benim dünyamdı.
Bugün yarın mıydı? Dün, bugün mü olmuştu? Yoksa yüzyıl öncesinde miydim? Orada, balkonda mıydım, ondan da tam emin değildim o an. Yaşamımda ender duyduğum duyguları yaşıyordum. Zamanın içinde kaybolmuştum sanki.
"Sebati!" diye bağırdım.
Dönüp baktı bana. "Milletvekilliği ile ilgili söylediklerini düşündüm. Seçilen arkadaşlara haksızlık etmiyor musun Sebati? Hiçbir işe yaramıyorlar mı?"
"Bence yaramıyorlar," dedi Sebati. "Beni çok fazla ilgilendiren bir insan kümesi değildir milletvekilleri, biliyor musun? İşini iyi yapan da vardır aralarında, dürüst olan da kuşkusuz. Ama bana ne. Örneğin ben bir milletvekili ile on iki saat geçiremezdim. On saat değil, iki saat geçiremezdim. Görüş sınırlı. Konular sınırlı. Delege, oy. Oy, delege. Seçim bölgesi... Komisyonlar... Gruplar... Sıkılırdım. Patlardım sıkıntıdan. Bilmem anlatabiliyor muyum? Ama doğadaki kuşları veya sisin oyunlarını izleyerek günler geçirebilirim. Oysa ne kuşlar konuşur, ne de sis," dedi.