Yanda bir ayva ağacı var, yarısı kurumuş bir ağaç... Kışı güçlükle atlatmış benim gibi. Doğa gerçekliyor kendi kendini. Dört tek çiçek açmış, diretiyor. Nasıl diretmeli, çözemiyorum. Tonton dedelere döndüm, önümüz yaz, güzece ölüm yok diye seviniyorum sanki.
Bana sevinç bile yetmiyor. Onu incitmekten korkuyorum. Hep bir şey söylerim de, bir şey yaparım da incinir diye korkuyorum. Beni bırakmasını istemiyorum. Beni bırakırsa...
"Dursundu ellerimin titremesi. Gönlümün eski çimenliğinde bir eski çiçek açsındı, -artık açsındı. İstiyordum ki, akıtsındı şurayaca çıkan yeşilin.. zehirin.. sıkıntının acımsılığını ve ilkyaz yarın çıkıp gelince, gövereydim yeniden, yemişe duraydım usul usul ve dinsindi içimin sızıltılı kanayışı, acılı sızılayışı, buruluşu ve umutsuzluğun yerine coşku doluşsun, gerçekleşsindi varlığım. Ve kimin ve neyin bedelini ödüyordum, bitsindi."
Ve biliyor musun şimdi Ankara'dan kaç tren rayı uzakta olduğumu? Niçin uzakta olduğumu? Ve yüreğimden çıkan bir tren sesinin, çığlığa benzer bir tren sesinin, sana niye ulaşamadığını, nerede, nasıl buzlu dağlara takıldığını, hangi demir köprüden aşağı uçtuğunu, biliyor musun?
KIYIDA
‘’ Bir kapı açılmış da, kimsecikler girmemiş gibi. Dudakların ucuna gelen ve orda kalan bir söz gibi. Dalgınlık gibi bir şey. Sigarayı yanar bırakmışsın gibi. Öyle, tüten bir şey belki. Belki sessiz. Belki sessiz değil, çıkmayan büyük bir çığlık gibi. Koptu kopacak bir çığlık gibi. Ve biraz da acıyla yuğurulmuş gibi. Küskünlük gibi. Sevdaya ilişkin bir söz gibi. Sarımsı bir şey. Yeşilimsi.. morumsu… Dönmeyecek birine mendil sallamak değil, birini dört gözle bekler gibi. Sevdiğine mektup yazmak gibi. Onun adını bir yerde duymak gibi. Onun adına benzer bir ad duymak gibi. Öyle bir adın kulağına çalındığını düşünmek gibi. Sanki…
Yine de, umut denen, bir kuyuydu bende, boşsa da seslenirdim, ses boş gelirdi. Uslanmazdım. (Severim bu huyumu: Uslanmazdım.) Seslenirdim yeniden, ses boş gelirdi. Ses boş gelirmiş, gelsin, seslenirdim.