"inanç, özellikle dini sorular söz konusu olduğunda önemlidir. Kierkegaard diyor ki, Tanrı'yı nesnel olarak kavrayabilsem, inanmam ona, ama işte tam da bunu yapamadığım için inanmak zorundayım.
Darwin'in kendisiyle başlayalım istersen. 1809'da doğdu Darwin. Shrewsbury adlı küçük bir kentte. Babası Dr. Robert Darwin kentin tanınmış hekimlerindendi ve oğlunu çok sıkı bir tarzda yetiştirdi. Charles Shrewsbury'deki liseye giderken okul mü- dürünün gözünde aylaklık eden, boş gezen, gereksiz yere böbürlenen ve hiç aklı başında iş yapmayan bir öğrenciydi. Müdürün 'aklı başında' dediği şey, Yunanca ve Latince fiil çekimlerini ezberlemekti. Aylaklık etmek diye kastettiği ise aslında Charles'ın her türden böcekleri toplamakla uğraşmasıydı."
"Herhalde pişman oldu böyle söylediği için."
"Darwin tanrıbilim okurken de derslerden çok kuşlar ve böceklerle ilgileniyordu. Bu yüzden tanrıbilim eğitimini tamamlarken pek iyi bir derece almamıştı. Ama öğrenciliği sırasında doğa araştırmacısı olarak yavaş yavaş ünlenmeye başlamıştı bile. İlgi alanlarından biri de, o zamanların belki de en hızlı yayılan bilim dalı olan jeolojiydi. 1831'de Cambridge'de tanrıbilim sınavlarını tamamladıktan sonra dağ oluşumlarını incelemek ve fosil aramak üzere Kuzey Galler'e gitti. Aynı yılın Ağustos ayında, henüz yirmi iki yaşındayken hayatının bundan sonraki kısmını belirleyecek bir mektup aldı..."
Daha geniş bir bağlamda diyebilirim ki, 19. yüzyıl ortalarından itbaren başlayıp süren bir natüralist akımdan bahsediyoruz.
'Natüralizm' diye kastettiğimiz, doğa ve duyularla algılanabilir dünya dışında hiçbir gerçeklik kabul etmeyen bir anlayıştır. Natüralistler insanı da doğanın bir parçası sayar. Özellikle natüralist bir araştırmacı sadece doğada bulunan olgulardan hareket eder. Yani ne rasyonalist spekülasyonlarla ilgilenir, ne de tanrısal vahiy gibi şeylerle."
"Ve bu dediğin Marx, Darwin ve Freud'un üçü için de geçerli, öyle mi?"
"Aynen. 19. yüzyıl ortalarında üzerinde en çok durulan kav- ramlar 'doğa', 'çevre', 'tarih', 'evrim' ve 'büyüme' olmuştur. Marx'a göre insanlığın ideolojisi toplumun maddî altyapısının bir ürünüydü. Darwin, insanın kendisinin uzun bir biyolojik evrimin sonucu olduğunu kanıtladı. Freud'un bilinçdışı üzerine araştırmaları da insan davranışlarının çoğu zaman insanın doğasında yatan bir takım 'hayvansal' dürtü ve içgüdülere bağlı olduğunu ortaya çıkardı."
"Marksizmden etkilenmiş bir ahlak filozofu olan John Rawls bu konuda ilginç bir deney önerir:
Diyelim ki sen gelecekteki toplumun bütün yasalarını çıkaracak olan bir meclisin üyesisin."
"Bak bu iyi olurdu."
"Her şeyi inceden inceye düşünmeleri gerekiyor bu meclis üyelerinin, çünkü görüş birliğine varıp yasaları kaleme aldıktan hemen sonra düşüp ölecekler."
"Yapma!"
"Ve bunun ardından insanlar hemen dirilecek ve yasalarını hazırladıkları toplumun içinde yaşayan kişiler olarak geri gelecekler. İşin ince yanı şu: Bu toplumun neresinde yer alacakları, yani nasıl bir konumda olacakları belli değil."
" işte böyle bir toplum adil olurdu. Çünkü herkes nereye giderse gitsin kendisiyle eşit insanlar arasında bulunurdu."
"Marksizm her şeye rağmen büyük değişimlere yol açtı.
Kuşkusuz, Sosyalizm daha insanca bir toplum oluşturmayı başarmış kusuz azından Avrupa'da Marx'ın zamanına kıyasla daha adil ve daha dayanışmacı bir toplumda yaşıyoruz artık. Bunu da önemli ölçüde Marx'ın kendisine ve sosyalist harekete borçluyuz."
"Ne oldu peki?"
"Marx'tan sonra bu hareket iki ana kola ayrılmıştı: Sosyal Demokrasi ve Leninizm. Daha insanca ve daha adil bir topluma adım adım ve barışçı bir yoldan varmak isteyen Sosyal Demokrasi Batı Avrupa'da ağırlık kazandı. Bu yolu bir tür yavaşlatılmış devrim olarak görebiliriz. Eski sınıflı toplumun ancak devrimle ortadan kaldırılabileceğini savunmaya devam eden Leninizm ise Doğu Avrupa'da, Asya ve Afrika'da öne çıktı. Her ikisi de değişik şekillerde yoksulluk ve baskıya karşı mücadele ettiler."