“Ezen sistem tarafından hayvan düzeyinde tutulan yerlilere hiçbir hak verilmez, yaşama hakkı bile. Durumları her gün daha da kötüleşir. Bir halkın nasıl öleceğine karar vermekten başka çaresi yoksa; bir halk kendisini ezenlerden sadece umutsuzluk hediye almışsa, kaybedecek neyi olur? Bu halkın bahtsızlığı cesareti haline gelir; sömürgeciliğin onun karşısına çıkardığı sonsuz reddi, sömürgeciliğin mutlak reddine çevirir.
Sömürge insanı bir işe girmek, kendine bir yer edinmek, toplulukta ve dünyada var olmak isterse, önce efendilerinin diline boyun eğmek zorundadır.
Sömürge insanı içindeki dil çatışmasında ezilen anadili olur.
Terör dünyanın her yerinde egemen olsaydı bir çelişki olmayacaktı, ama sömürgeci kendi vatanında, sömürgeci sistemin sömürgeleştirilen yerliye vermediği demokratik haklardan yararlanır.
Bir halkın mirası kuşaktan kuşağa başka hangi yolla devreder ? Çocuklarına verdiği eğitim ve dille , yani yeni deneyimlerle sürekli olaraktan zenginleşen o harikulade birikim yoluyla. Böylelikle, gelenek ve kazanımlar, alışkanlık ve fetihler , önceki kuşakların başarıları ve yaptıkları işler miras olarak kalıp tarihe mal olur.
Ancak sömürgeleştirilen çocukların çok büyük bir çoğunluğu sokaklardadır. Bir okula kabul edilecek kadar olağanüstü iyi şansı olan çocuk ise ulusal olarak kurtarılmış olmayacaktır. Ona verilen bellek tabii kendi halkının belleği değildir. Ona öğretilen tarih kendi tarihi değildir. Başka bir deyişle, kendisi, olmadığı bir şeye atfen vardır.