“Aklımın bir türlü ermediği şeylerden biri, her ne kadar üzerine defalarca yazsam da, makul bir perspektifle yaklaşmaya çalışsam da” diye yazıyordu Steiner, “ zamanın göreleliğidir.” Steiner, toplama kampı Treblinka’da iki Yahudi’nin vahşice katledilişinin betimlemelerine de yer vermişti. “ Tam da Mehringer ile Langner’in öldürüldüğü saatlerde insan nüfusunun muazzam büyük bir bölümü, gerek iki mil ötedeki Polonez Çiftliklerinde gerekse beş bin sizleri mil ötedeki New York’ta olsun, ya uyuyor ya yemek yiyor, film seyrediyor, sevişiyor ya da dişçiye gitsem mi gitmesem mi diye dertleniyordu. Tahayyülümün sekteye uğradığı yer burası işte. İki ayrı kitlenin aynı zaman dilimindeki deneyimleri öyle farklı ki insanlığın genelgeçer hiçbir değeriyle bağdaşmıyor, aynı andaki mevcudiyetleri dahi yıllardır kafamı kurcalayan çirkin bir paradoks. Keza Treblinka kampı kurulurken neredeyse geri kalan herkesin buna göz yumması da öyle. Bilimkurgunun ve Gnostik görüşün öne sürdüğü gibi, aynı dünyada iki ayrı zaman dilimi, bir “güzel vakit” geçirilen bir de insanlık dışı olaylara tahsis edilmiş, azap dolu cehennem hayatı yaşanan iki farklı zaman kuşağı mı var yoksa ? “
Romancılar eserlerinde soykırımı canları istediği gibi kullanıyorlar… Bunu yaparken de meselenin içini boşaltıyorlar. Soykırım, artık dikkat çekmenin ve çabuk başarıya ulaşmanın garantisi sayılan bir sıcak gündem maddesi olup moda haline geldi.