Toplumun doğası tarafından işaret edilenin dışında başka bir ahlak arzu etmek toplumu, sonuç olarak da kendini inkar etmektir. Soru olduğu gibi durmaktadır: Kişi kendini inkar etmeli midir?
Ne kadar küçük olursa olsun, yine de her zaman kendimize bir parça dahil ederiz ve böylece toplum bize aşkın ve içkinken biz toplumu bir parçaya bağlı olarak hissederiz. Yalnızca bizim sayemizde var olabildiğinden, bize üstünken aynı zamanda bizim içimizdedir. Bir insan yalnızca medeniyet seviyesine göre bir insan olarak adlandırıldığından, o
Toplum bizim dışımızda ve bizden üstün olduğu için bize hükmeder; onun ve bizim aramızdaki ahlaki mesafe onu, irademizin riayet ettiği bir otoriteye dönüştürür. Diğer taraftan bize içkin ve dolayısıyla bir bakıma biz olduğu için onu ister ve arzu ederiz; ancak ne yaparsak yapalım toplum bir parçası dışında tamamıyla bizim olamayacağı ve sınırsızca bize hükmedemeyeceği için ona karşı duyduğumuz bu arzu "sui generis"tir. Nihayetinde, aynı bakış açısından ahlaki şeylerde her zaman izi olan kutsal niteliği ve dini nitelik olmadığını hiçbir etiğin şimdiye kadar var olmamış olduğunu anlayabiliriz.
''Yargılarımız her an bilinçdışı yargılar tarafından etkilenirler; bizler önyargılarımızın izin verdiği kadarını görürüz ve yine de onların farkında değilizdir.''
''Toplum, duyularımız sayesinde bizim için açıklığa kavuşan dünyanın yerine toplumun kendisi tarafından yaratılmış ideallerin yansıması olan bir dünyayı koyar.''