William Stoner başkalarının ondan önce, çok daha gençken öğrendiği bir şeyi kırk üçüncü yaşında öğrendi: insanın ilk aşkının son aşkı olmadığını ve aşkın bir son değil, bir insanın başka bir insanı tanımaya çalıştığı bir süreç olduğunu.
Bir savaş sadece birkaç bin ya da birkaç yüz bin genç adamı öldürmez. Bir halkın içinde bir daha asla geri getirilemeyecek bir şeyi öldürür. Ayrıca eğer bir halk yeterince savaş görürse, çok geçmeden geriye kalan tek şey bizim -sizin ve benim ve bizim gibilerin- balçıktan büyüttüğümüz canavar, yaratık olacaktır.
Herkesin yaşadığı bir rraje dinin gücüydü hisseniği, korku ve acı her yere öyle nüfuz et mişti ki özel rrajediler ve kişisel talihsizlikler bambaşka bir varoluş haline taşınmış, ancak etrafını kuşatan uçsuz bucak sız bir çölün kimsesiz bir mezarın hüznünü çoğaltınası gibi içinde yer aldıkları enginliğin kendisiyle güçlenmişlerdi.
Daha önce ölümü ya ede bi bir olay ya da kusurlu tene karşı zamanın yavaş, sessiz aşın ması olarak düşünmüştü. Onu savaş alanında şiddetli bir pat lama, kesilen gırtlaktan fışkıran kan olarak düşünmemişti.
Stoner başını salladı. "O zaman kanser."
"Şey," dedi Jamison, "bu çok iddialı bir laf. Pek çok şey olabilir. Orada bir tümör olduğundan eminim diyebilirim, fakat. . . eee, içeri girip etrafa bakmadan hiçbir şeyden emin olamayız."
Anlatıldığını duyduğu ve haklarında zaman zaman şakalar yaptığı diğer çiçeği burnunda kocalar gibi düğün gecesini karısından ayrı, uzun bedeni küçük bir kanepeye dimdik ve
uyumadan kıvrılrnış, gözleri ilerleyen geceye açık bir halde geçirdi.