Dostoyevski okumalarım arasında sanırım zirve eserini tamamlamış oldum. Henüz okuyamadıklarım bulunduğu için böyle yazmayı uygun buluyorum. Hep duyduğum karakter ruh metaforundan ete kemiğe büründü sonunda. Kim mi? Tabiki Raskolnikov... Tanıştık, sohbet ettik, kucaklaştık ve tabi ki vedalaştık. Ezilmekden suyumu çıkaran ağır psikolojik buhranını da alıp götürdü. Tokat gibi sözleri, laf anlamaz dik başlalığı, hastalıklı hali, ikircikli ruh yapısı ve en nihayetinde de her girişimizde kafamızı vurduğumuz daracık odası da olmayacak artık. Dunya'yı, Sonya'yı, Razumihin'i, Anne Avdotya'yı özleriz belki ama Porfiriy'i, Svidrigaylov, Zematov'u özlermiyiz bilemedim şimdi... Balta... Balta vardı birde, vurduğu gibi bizide böldü ikiye Rodion. Barbarca işlenen bu cinayeti konduramadık kendisine. Sonrasında o da konduramadı kendisine zaten. İşlediği cinayet vicdanını mı rahat bırakmadı, yoksa hukuk öğrencisi olması (uzatmalı olsa da) hayatının ilk ve son savunmasını yapmasına imkan sağlamak için mi dürtükledi zihnini bilemedim şimdi. Belki çirkin işlerin bir anlık gaflet, yada zaruret sebebiyle gerçek olduğunu öğütlemek istedi bize. Hoş, Sonya'da farklı değil ya ondan, hani kader mahkumu dediklerinden... Doğru-yanlış, iyi-kötü, suçlu-suçsuz muhasebesini doğru yapmayı öğütlüyor bence bize Dostoyevski. Tabi nedenlerini sorgulatıyor toplum özelinde. Suç işledi ama söyleyiniz bakalım kızabildik mi Raskolnikov'a?... He sahi şimdi kim oldu Napolyon?