Fazl saygıyla hocasının elini öptü. Tam kapıdan çıkıp gidiyordu ki, hocasının sesini duydu. Yüzündeki naif ve çocuksu tebessüm hemen dikkatini çekmişti Fazl'ın.
"Evlat gitmeden sana bir bedduada bulunacağım. Bilirsin ben senin manevi baban yerindeyim ve babaların ettiği beddua da çoğunlukla da tutar."
Fazl şaşkınlık içerisinde bir yandan bu sözlerin nereye varacağını kestirmeye çalışıyor, bir yandan da hocasının beddua edeceğim derken neden gülümsediğini merak ediyordu.
"Bedduam o ki, sükût-u aşka uğrayasın," dedi hocası. Fazl kapıda öylece kalakalmıştı. Hayatında duyduğu en güzel beddua buydu.
Cismen doğan kendine yabancıdır. Yabancı olan , el âlemdir. El âlem olma, cümle âlem ol. O âlem ki cümlesi Âdem'dir. Cümlesi Âdem olan, el âlem olmaz ama eli âlem olur. O el Hakkın elidir. Çünkü o el- Hakk'tır. O el ki elif ve lam'dır. Elif bir, la ise otuzdur. Cümlesi otuz bir eder. Otuz bir, üç ile birdir ya da cim ile elif'tir. Cim karnındaki noktaya gebedir. Elif'in bu noktadandır. O sebeple cim, üçtür. Bu üç olanda, bir ile iki ve de kendisi vardır. O sebeple cim elif ile başlar, bâ ile yol alır ve kendisi ile nihayete erer. Elif vahdet, bâ ise kesrettir. Cim ise cemdir ve de vahdet ile kesret olursa şeş cihet vücuda gelir. Cim ile elif dört eder ki o dar çâr ananın sırrıdır. Od, âb, yel ve rabdan hayat bulur ve âlem ibnü'ssır olur. Ve sırra kadem basar, her adımda görür bu sırrı.
Vicdanını gömebilirsin belki ama onun azabı peşini bırakmaz. Gün gelir rüyalarında karşına çıkar.Habil olan nereye dönse vechullahı görür ama Kabil olan azabı seyreder.