Fazl saygıyla hocasının elini öptü. Tam kapıdan çıkıp gidiyordu ki, hocasının sesini duydu. Yüzündeki naif ve çocuksu tebessüm hemen dikkatini çekmişti Fazl'ın.
"Evlat gitmeden sana bir bedduada bulunacağım. Bilirsin ben senin manevi baban yerindeyim ve babaların ettiği beddua da çoğunlukla da tutar."
Fazl şaşkınlık içerisinde bir yandan bu sözlerin nereye varacağını kestirmeye çalışıyor, bir yandan da hocasının beddua edeceğim derken neden gülümsediğini merak ediyordu.
"Bedduam o ki, sükût-u aşka uğrayasın," dedi hocası. Fazl kapıda öylece kalakalmıştı. Hayatında duyduğu en güzel beddua buydu.
Vicdanını gömebilirsin belki ama onun azabı peşini bırakmaz. Gün gelir rüyalarında karşına çıkar.Habil olan nereye dönse vechullahı görür ama Kabil olan azabı seyreder.
Hiçbir yüz kendini göremiyordu. Rab olan Tanrıyı asla göremiyor oluşumuz acaba kendi suretinde yaratmış olduğu kendi yüzlerimizi göremiyor olmamızdan mı kaynaklanıyordu?