Daha yeni doğmuş bebekken bir çöpün kenarına bırakılmasıyla başlamıştı Süvayda'nın kaderi. Yoksa kadersizliği mi demeliydim? Çöpün yanında onun ağlamasını duyan biri onu almış, evine götürmüş ancak maddi durumu elvermediği için karakola teslim etmek zorunda kalmıştır. Yıllarca da bunun vicdan azabını çekmiştir.
Yetiştirme yurdunda büyür Süveyda, yurt müdiresi anne baba olur ona. Okur, üniversite mezunu olur ve yeni açılan bir yetiştirme yurduna ataması çıkar. Oraya giderken aslında kaderine gittiğini bilmez Süveyda. Eninde sonunda başladığımız yere varırız ya hani, Süveyda'da kaderinin başladığı yere taa en başına, kaderini tamamlamak için gider.
Tuğrul, inançlı bir ailede yetişmiştir ancak ailesiyle görüşleri ve inançları uymaz. Ailesiyle arasında çok sorunlar olur ama ailesi evlatlarına kıyamaz, basar bağrına. Tuğrul kendisini çok etkileyen bir rüya görmüştür, yıllarca rüyasındaki kızın karşısına çıkmasını bekler bir gün kitapçı dükkanında iken kapıdan giren rüyasındaki kızdır ve o Süveyda'dan başkası değildir.
Tuğrul ve Süveyda'nın kesişen yolları onları nereye götürecekti?
Süveyda içindeki boşluğu doldurup, yarım kalmışlıklarını tamamlayabilecek miydi?
Kitaptan o kadar etkilendim ki ifade edecek söz bulamıyorum. Çoğu yeri gözlerim dolarak okudum. Ahh Süveyda... Nasıl bir kaderdi bu? Yazarımız o kadar güzel kurgulamış, duyguları o kadar iyi yansıtmış ki etkilenmemek, ağlamamak mümkün olmadı. Bittiğinde kendime gelemedim, böyle olmamalıydı dedim. Mutlaka ama mutlaka okuyun, eminim siz de benim hissettiklerimi hissedeceksiniz