Bu baskıyı okumakla hata ettim, elimde bu varken yeni baskı almak istemedim açıkçası.
Yakup Kadri bir önsöze yer vermiş. Proust'un bizde pek tanınmadığını, hastalığını, iç bunalımlarıyla, yazmaya başlama serüvenini anlatmış önsözde. Daha okumadan zor bir yazarla karşı karşıya kalacağınızı anlıyorsunuz. Bir de üstüne 89 yılından bir baskı ile Arapça - Farsça sözcüklerin yer aldığı bir çeviri eklenince işim iyice zorlaştı.
Albertine Kayıp bu kitabın devamı olmasına rağmen onu daha önce okumuştum. Proust'u o kitaptan biraz olsun biliyordum. Ilk karşılaşma değildi yani.
Paragraflar boyunca yapılan tasvirler , ayrıntılar, bir çiçeğin, bir akdikenin anlatımı dikkatimi dağıtıp ne anlatıyordu desem de sevdim aslında. Bir hala, bir komşu, bir hizmetçi öyle ayrıntılarla anlatılıyor ki, o çevrede siz de yaşıyor, Combray sokaklarında, o kırlarda dolaşıyor, halanın ve diğer kadınların yazarın gözünden nasıl yansıtıldığını görüyor, şaşırıyorsunuz.
Önsözde belirtildiği gibi küçük bir madeleine kurabiyesinin ağızda bıraktığı tatla, yazarın geçmişe dönüp bu kadar ayrıntıyı hatırlaması beni afallattı.
Fransız aristokrasisinden nefret etmenize yol açacak eserde bu kadar katı kurallara, anne- çocuk ilişkisinde bile teklif ve ricaya ne gerek var dedim. Laubalilikten hoşlanmasam da o toplumun bir bireyi olmadığım için şükrettim.
O kadar resmiyet beni aşar.
Fransa kırsallarında düşeslerle, kontlarla, sosyetenin katı kurallarıyla, fettan kadınlarla, kendi sınıfından olmayanla görülenlerin aşağılanmalariyla karşılaşacağınız bir eser.