Tanpınar'ın Mektupları

Zeynep Kerman
"Bizler çocukluğu bedbaht geçtiği için hayatına ve etrafına küskün yaşayan, eşya ile dahi barışamayan bîçarelere benziyoruz. Bu zihnî gerginlikten, inkar ve hiddetten, dargınlıktan nasıl kurtulacağız?”
Önsöz
Prof. Dr. Bedrettin Tuncel’den ağabeyimin okul arkadaşı olan oğlu vasıtasıy­la bir randevu talep etmiş, gayemi de belirtmiştim. “Görüşecek bir şeyim yok” cevabını alınca, hayretler içinde kaldım. Bir üniversite talebesine böyle bir cevap veren hocayı çok merak ettim ve âdeta baskın diyebileceğim bir tarzda, bir öğle vakti evine gittim. Kapıyı kendisi açtı, şaşkınlığını atamadan “Görüşmek iste­mediğiniz öğrenci benim” diyerek içeri girdim. Kapıdan doğru çalışma odası olarak da kullanılan geniş bir salona giriliyordu. Yan kapılardan birinden hanı­mı içeri girdi. Bedrettin Bey “Bana mektup yazmadı” cümlesini söylediği anda hanımı “Şu çekmecede değiller miydi!“ dedi. Bedrettin Bey çok hiddetlendi ve çıkması gerektiğini söyledi. Bu, benim yardımsever, daima talebeyle meşgul olan, hattâ şahsî dertlerini de halletmeğe çalışan hocalarımdan çok farklı bir ho­ca tipiydi.
Reklam
Önsöz
Dr. Tarık Temel beni telefonla aradı, gö­rüşmek istediğini söyledi. İtiraf ederim, biraz çekinerek gittim, zira sağı solu belli olmayan, ne yapaca­ğı, nasıl davranacağı bilinmeyen bir insandı. Sinirlenince, ben de biraz öyleyimdir. Yine muayenehanesinde buluştuk. Kitabı okumuş. Tanpınar’ın her biri bir mücevher kıymetinde, derin bir kültürün izini taşıyan makalelerinin bir araya getirilişini ve özellikle bölümlendirilme şeklini çok beğendiğini söyleyerek ilti­fat etti ve önceki tatsız ve sevimsiz konuşmamıza temas ederek “Çok gençsiniz, becerebileceğinizi ummuyordum” dedi. Sonra masasının gözünden mektuplar­la birlikte bir tabanca çıkardı. Korkmadım ama şaşırdım. “Bunlarda pek çok insanı rencide edecek dedikodular var, eğer onları olduğu gibi neşredersen seni vururum” dedi. Güldüm ve beni ilgilendiren şeyin dedikodu değil edebiyat olduğunu söyledim. 
Önsöz
“Bunları saklama, kimsenin eline geçmesini iste­mem, saklayabileceğin cinsten mektup istersen ayrıca yazarım” cümlesi bana bir vasiyet gibi geldi. Bunların hiçbirini kitaba dahil etmedim. Yine de iki yüz elli sahifelik bir kitap ortaya çıktı. Bu eserin yayınlanmasıyla bazı dostlarının ba­na ellerindeki mektupları vereceklerini ümit ediyordum, fakat yanılmışım.
Çabalıyorum. Ölü bir kurbağa gibi kalıyorum. Bunaldım.
Reklam
Fakat artık hasretten bıktım. Özlüyorum, demeğe utanıyorum.
''...gittin gideli kafamı bir tek düşünce ziyaret etmedi, bir mesele beni çekip kendisine götürmedi.''
Yahya Kemal'in rakı için güzel bir cümlesi vardır: "Geceyi aydınlatır, fakat sabahı yakar!".
Reklam
İyi ki...
Hayatımız ne kadar dar olursa olsun, kendisine göre emsalsiz lezzetleri var. Teselli vasıtaları var: Kitaplarım ve dostlarım beni manen kâfi derecede tatmin ediyorlar.
Bir bakıma hiç yalnız değilim. Hakikatte ise yalnızlık müthiş. Çünkü yalnızlık içimde.
Goethe benim iki manzumeyi yarım yamalak yazabildiğim bir sene içinde 3-4 eser, hem de bütün Avrupa'yı birden sarsan 3-4 eser yazıyordu. Çalışmak... Yarabbim, bu şifayı bana ne vakit göndereceksin? Çalışabilsem, yapabilsem ve iyi olmasa, ona da razıyım.
Âdeta bana bir teselli hissi veriyor, bir gün öleceğimi düşünmek.
Ben inzivayı seviyorum, yalnızlığı değil.