2015 Mart

#Tarih Dergi - Sayı 10

#Tarih Dergisi

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Jane Austen (1775-1817)
Jane Austen bir romantik ya da bir kadın hakları savunucusu değildi. Onu edebiyat tarihine sokan zehirli dili, hiciv yeteneği, gözlem gücü ve özenli kurgusuydu. Hayranları arasında veliaht prens de vardı. Bir gün prensin kütüphanecisi, bu taşralı kadına nasıl roman yazması gerektiği konusunda akıl fikir verdi. Jane onu kibarca dinledikten sonra evine gidip "Çeşitli Çevrelerden Gelen İmalar Üzerine Bir Roman Planı" adlı bir hiciv yazarak kendisine verilen öğütlerle dalga geçti. Uysal bir kadın ama başına buyruk bir yazardı. Hiçbir zaman fazla para kazanamadı. 11 kere TV ve sinemaya uyarlanan, Türkçeye iki kere çevrilen en popüler romanı "Gurur ve Önyargı" için sadece 110 sterlin almıştı.
Doğa ve İnsan
Anadolu coğrafyasının ekosistemi özellikle son 20-30 yıllık süreçte yıkımın eşiğine geldi. Ormansızlaşma nedeniyle toprakların %86'sı erozyon tehdidi altında. Sulak alanların yarısı son 50 yıl içinde yok olurken, son 40 yıl içinde 1.300.000 hektarlık -yani üç tane Van Gölü kadar- sulak alan kurutuldu, tahrip edildi. 472 balık türünün yarısı tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. Fosil yakıt kullanımı nedeniyle Türkiye'de hava sıcaklığı 1976'dan beri 1 santigrat derece arttı. 1990 yılından bugüne, gezegene salınan karbon emisyonlarını en çok arttıran ülke Türkiye (Doğa Hakları Çalışma Grubu, WWF, Global Forest Watch verileri).
Reklam
Doğa ve İnsan
Anadolu'ya gelen eski göçebe* (dergide göçebe denilmiş fakat konargöçer denilmesini tercih ederim) Türkler de yüce dağların, ağaçların güçlü ruhlar barındırdığına inanıyor, onları Gök Tanrı'nın yeryüzündeki varlığının göstergesi olarak kabul ediyordu. Eski Türklerin inanışına göre, ağaçların da bir ruhu vardı ve gece ormandan geçerken, onları haberdar etmek için ağaca vurulurdu (Bugün bazılarının nazar değmesin diye tahtaya vurma alışkanlığı da bu geleneğin bir devamı). Türk mitolojisinde, hayat ağacı olarak kabul edilen "evliya ağaç", Tanrı'ya kavuşmanın bir yoluydu ve çoğunlukla meşe ve ardıça atfedilen kutsal ağacın küçük bir dalını bile kesmeye kimse cesaret edemezdi.
Marie Curie (1867-1934)
Marie Curie, 1910'da Fransız Bilimler Akademisi'ne üye olmak üzere adaylığını açıkladı. Fransız basını, Marie Curie'ye karşı, "göçmen, Yahudi" (aslında Yahudi değildi) şeklinde bir kampanya açınca, akademiye seçilmedi. Birkaç ay sonra, Marie Curie'nin evli fizikçi Paul Langevin'le ilişkisi, büyük bir skandala neden oldu. Bu dönemde Marie Curie'ye yapılan saldırıların çirkinliği, bugün şaşırtıcı gelir. Marie Curie, evinin önünde toplanan kızgın bir kalabalıktan, büyüğü 14, küçüğü 7 yaşındaki iki kızıyla apar topar kaçmak zorunda kaldı. Tam o sırada, İsveç Akademisi, Marie Curie'ye bir kere daha, bu defa kimya dalında Nobel verdiğini açıkladı. Ancak akademi aldığı karardan ötürü korku içindeydi. Marie Curie'ye yazdıkları mektupta, Langevin skandalı nedeniyle İsveç'e gelmemesini tavsiye ettiler. Marie Curie cevabında "ödülün kendisine polonyum ve radyumu bulduğu için verildiğini" hatırlattı ve İsveç'e geleceğini bildirdi: "Bilimsel çalışmamla özel yaşamım arasında bir bağ olduğuna inanmıyorum." Marie Curie, 1934'te radyoaktivite üzerine yaptığı çalışmalar nedeniyle kansere yakalanıp lösemiden öldüğünde, bu skandal artık unutulmuş, o da tarihteki yerini almıştı.
Alberto Giacometti (1901-1966); İsviçreli ressam ve heykeltıraş
... her gün birlikte yatıp kalktığı karısı Annette'in büstünü ya da portresini yaparken bile, onu ilk kez görür gibiydi. Uzun bir çalışma gününden sonra, yemekte gözlerini üzerinden alamayan Giacometti'ye sorar eşi: "N'oldu, ne var, niçin böyle bakıyorsun?" "Bugün ilk defa görüyorum seni" olur aldığı yanıt. Bakmakla, görmek; görmekle algılamak elbette ayrı yetenek, hatta ayrı süreçlerdir. Bu süreç içinde ezbere yer yoktur.
Sayfa 101Kitabı okudu
Reklam
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.