Dinsel yeterliğe sahip ustaların, bu dünyadaki hayatı bir tanrının iradesine göre şekillendirmeye çalışan zühdî [asketisch] bir tarikat halinde birleştikleri yerlerde farklı gelişmeler görülmüştür. Bunun kendiliğinden gerçekleşebilmesi için de iki şey gerekmiştir. Öncelikle insanı selamete çıkaracak en yüce değer [Heilsgut], tefekküre meyyal nitelikte olmamalıdır; yani, dünyanın tersine, sonsuza kadar varolacak bir varlıkla birleşmeyi öngörmemeli, zevkle ya da duyarsızca mest olarak ulaşılacak bir (tanrı ile) ittihad [unio mystica] halini de gerektirmemelidir. Çünkü bunlar daima günlük yaşamın dışında ve gerçek dünyadan ayrıdır ve insanı ondan uzaklaştırır. İkincisi, böyle bir inanç sistemi, olanak ölçüsünde, ilahî gücün araçları olarak sırf büyüye ya da kutsal ayine [Sakrament] dayanmamalıdır. Çünkü bu araçlar dünyadaki eylemin dinî önemini göreceleştirerek değerini azaltır ve ilahî yargıyı, akla uymayan bir dizi sürece bağlar.
Böylece iki şey başarılmış olur: Dünyanın büyüsünü kaybetmesi ve selamete ulaşma yolunun tefekküre dayalı bir “dünyadan kopma” olmaktan uzaklaşıp etkin zühdî bir “dünya mesaisi”ne dönmesi.