247- 2020'de okuduğum son kitap bana bir şeyi hatırlattı: Barış Bıçakçı okumayı ne kadar çok sevdiğimi. "Hayranıyım" diyebileceğim derecede yakınlık duyduğum, hem yazdıklarında kendimi bulduğum, hem okudukça sohbet ediyormuş gibi hissettiğim sayılı yazarlardan. O sayfalar boyu, kitaplar boyu anlatsa da ben okumaya doymasam. Keşke normal bir zamanda, bir kafede veya metroda ya da Ankara'nın tamamen akla gelmeyecek alakasız bir noktasında karşılaşsak ve ayak üstü kısa bir hasbihal edebilsek Barış Bey ile. Kitaba döneyim.
Bu kitapta da aynısını yapmış, okudukça okurun edebiyattan aldığı zevki artırmayı ve kitabın, hikayenin bitmemesini diletmeyi sağlamış. Her zamanki üslubu ve o ne kadar özlü olursa olsun yine de sadeliğin lezzetini kaybetmeyen dili bir yana, yazma tekniği de ayrı bir keyif vermiş bu sefer. Biraz geçmiş zaman, biraz şimdiki zaman, biraz şairler, biraz şairlerin öyküleri derken şiir yazmadan şiirsel bir öykü koymuş ortaya. Bunu yaparken de bir o kadar dramatik, trajik hatta fantastik ve hatta erotik bir ana hikayenin etrafında Can'ın yaşantısına bizi müdahil ederken bir yandan da sürekli Meral'i merak ettirmekten geri durmamış: Nereye gitti? Kimle gitti? Nerede? Mutlu mu? O kadın mıydı acaba yoksa benzettiler mi? Tamamen Meral'in akıbetine olan merak üzerinden de yürümüyor metin. Her şeyden biraz ve hepsi de dozunda.
Keşke Barış beyciğim bir 15-20 kitap daha yazsa, ben de tadını çıkara çıkara okusam.