Bir pirinç tarlasının yanından geçerken birkaç küçük çocuk görürdün; dört-beş yaşlarında. Sen daha ne olduğunu bile anlamadan bir tanesi sana el bombası atardı. Lanet olsun. Ne biçim bir savaş bu ?
Belinda başını kaldırdı. “Kimsiniz?”
“Bu ilginç bir soru.” Kısa bir sessizlik çökerken uzaktan partinin sesi duyuldu. “Çelişkileri olan bir adam diyelim. Macerayı, kadınları ve votkayı seven biri. Sıralaması böyle olmak zorunda değil.”
Jake ayaklarını kuma gömdü. Zihninde bir müzik çalmaya başladı. Otis Redding. Creedence Clearwater. Fleur, Vietnam'daki bütün sesleri geri getiriyordu. Johnny Guy'un evinin çimenliğinde diz çökerek sırılsıklam ve hıçkırıklara boğulmuş hâlde onu kollarında tuttuğu anı hiç unutmamıştı. Jake'in içindeki duvarda -sağlam olduğunu sandığı o duvarda- bir delik açmıştı ve Jake bütün duvarın yıkılacağından korktuğu için o zamandan beri tek kelime yazamamıştı. Yazmak, kendini ifade edebildiği tek yoldu ve o olmadan yarım bir hayat yaşıyormuş gibi hissediyordu.
Kumsal evine bakarken Fleur'ün dönüştüğü kadının, kendisinin düştüğü zindanın anahtarına sahip olup olmadığını merak etti.
Vietnam'daki her şey bir bubi tuzağıydı . Bir paket sigara , bir çakmak , bir şeker paketi ; o şeylerin hepsi yüzünüze patlayabilirdi . Ancak Quang Tri dışındaki yolun kenarında yatan bebeği gördüğümüzde herhangi bir küçük cesetten başka bir şey beklemiyorduk . Bir bebek cesedine bubi tuzağı kurulacağı kimin aklına gelirdi ki ? Masumiyete ancak bu kadar tecavüz edilebilirdi ...
Fleur, “Çok akıllı olduğunu sanıyorsun, değil mi?”
Jake, “Hey, ben bir dahiyim. Eleştirileri oku. Herhangi birini. Sana söylerler.”
Fleur ona baktı ve alaycı bir tavırla gülümsedi. “Moda kızları okuma yazma bilmez. Biz sadece resimlere bakarız.”
Bir erkek kadar becerikliydi ve bir erkek kadar becerikli olmak onun için önemliydi. Babalar, erkek çocukları severdi ve bir erkek çocuğu gibi en cesur, en hızlı ve en güçlü olursa, belki babası da eve dönmesine izin verirdi.
Amerika'nın en ünlü yüzlerinden biri olduğu günlerin üzerinden altı yıl geçmişti. Taş Bebek, onu hâlâ hatırlayıp hatırlamayacaklarını merak ediyordu; hatırlamazlarsa kendisinin ne yapacağını da.
Artık ikisinin ortak sırları vardı. Jake, komik, çıldırtıcı ve çok tatlıydı; Fleur de onu bütün kalbiyle seviyordu. O da aynı şeyleri hissediyor olmalıydı - en azından biraz - yoksa onunla asla böylesine tatlı bir şekilde sevişmezdi.
Lütfen sev beni. Birazcık da olsa.
"Bir şeyleri yoluna koymaya çalışmanın ne demek olduğunu bilirim. Genç bir kadındın. İlk filmindi ve normal bir çocukluk geçiriğin söylenemezdi. Hollywood'dakiler her zaman duyarlı değildir; biz New Yorklulara benzemezler. Altı yıl. Sonra geri döndün ve bambaşka biri olmuşsun. Söylesene, altı yıl boyunca yoluna koyamadığın şeyler neydi?
"İşler biraz karışıktı."