Tasavvufun teorisyenleri olarak tanımlayabileceğimiz Serrâc, Kelâbâzi, Ebu Talib Mekki, Kuşeyri ve Hucviri gibi yazarların esas gayesi ve çabası, tasavvufun temel umdelerinden taviz vermeden söz konusu 'uzlaşma'yı sağlamaktı.
..bu topluluk Allah katında değerli olan ilimleriyle dünyalık talep ettiler ve ilmi dünyalık avlamak için bir kapan olarak gördüler. Bu ne kötü bir şeydir! Kendisiyle ancak kalıcı olanın talep edileceği bir şeyle, gidici olanı elde ettiler.
Şüphesiz şeriat ve hakikat ilişkisinin zorunluluğu bağlamında tasavvuf tarihinde en mükemmel formülasyon, Kuşeyri'ye aittir. "Hakikatle desteklenmeyen şeriat makbul olmadığı gibi şeriatla sınırlanmayan (gayr-ı mukayyed) hiçbir hakikat de elde edilebilir değildir."
Bu durum karşısında Davud (as)'ın şu sözünü hatırladım:.. "Ey Rabbim! Bedenimi oruç ve namazla temizlememi emrettin. Peki kalbimi ne ile temizleyeyim? Allah Teala şöyle cevap verdi: Ey Davud! Keder ve üzüntülerle."