Romanın başkahramanı Robert Ross, yirminci yüzyılın 44-45 yıllarındaki Amerikadaki mülteci hayatını anlatıyor. Savaş sırasında nazi rejiminden birçok aile Avrupa'dan Amerika'ya kaçmıştı. Bu tür göçmenlerin her biri nazilerin zulmünü ve eziyetini yaşamışlar.
Robret göç etmeden önce, bir toplama kampından kaçmayı başaran bir gazeteci. Amerika'ya vardığında, zulüm gören birçok göçmen gibi hayatını düzenlemeye çalışır, burda da onlara yaşam kolay değil, ama en azından tehlikede değiller ve kendilerini güvende hissediyorlar.
Her biri kendini arıyor, biri olabildiğince yeni bir yere yerleşmek ister, anavatanına dönmeyi hayal edenler var, intihar edenler, ve hayalet gibi yaşayanlar.
Robert, yeni hayatında onunki kadar trajik bir hayatı olan insanlarla tanışır ve herkes huzuru bulmaya, mutluluğu bulmaya, kendini kaybetmemeye çalışır.
Remark, romanının anafikrini başlığına koymuş. Anavatanlarında sürekli saklanmak, koşmak, gölgede kalmak zorunda kalan insanlar bir anda kendilerini cennette bulurlar, onlara kimse dokunmuyor, özgürler. Tek yapmaları gerek artık huzur bulmalarıydı.
- Vatanından ayrı kalan herkes, kendinden bir parça bu romanda bulabilir, tavsiye ederim.
