Ben terk edildiğim için hem acı çekiyor, hem de vicdan azabı duyuyordum, içinden çıkılmaz bir ağa düşmüştüm ve kadınlar bu ağları sıkıştırmakta çok ustaydılar.
"Nilüferler... Yalnızca bu çiçekler, hep bir yerlere gidecekmiş gibi azade ve özgür oluyorlar ama küçük bir havuzun içinde bir yere gitmeden yaşıyorlardı. Hayatta böyle bir şeydi benim için; hep bir yerlere gidecekmiş gibi duran, yalnız ve bir yere gitmeyen bir çiçek. Bütün bir hayatın özeti buydu. Bende bir yere bağlanmadım ve bir yere gitmedim, öyle solgun bir nilüfer gibi bir havuzun içinde yalnız başıma durdum, köklerimi salamadım, ne olduğum yere sağlamca yerleştim, ne başka diyarlara kaçabildim, içinde durduğum havuzla birlikte kirlenip eskidim. Bana bakanlar, beni seyredenler, beni sevenler oldu ama kimse yakasına takmadı beni, kimse odasına koymadı, kimse beni sulayıp büyütmek için uğraşmadı, onlara ihtiyacım olmadığını, havuzumda tek başına yüzebileceğimi düşündüler, ben de yüzdüm, kederi, yalnızlığı, kirlenmeyi öğrendim ve hayata benzedim."
Gözlerimin önünde dağınık bir yatak da öldürülmüş bir kadının çırılçıplak bedeninin,gazete muhabirlerinin flaşla çekilmiş gereğinden fazla beyaz fotoğrafı.
Başkalarının en iyi gizlenen sırlarına bile ulaşmanın daima bir yolu bulunurdu, ama insanın kendi sırlarına erişmesi neredeyse imkansızdı ve yazarlık bu imkansızı yaşamaktı sürekli.