İkinci Dünya Savaşının bize tükenmez kalemi armağan etmesi gibi, uzay programı da bize insan ruhunun ölümsüzlüğünü ispatladı. Herkesin dünya dediği şey, bütün ruhların uğramak zorunda olduğu bir işleme istasyonuydu. Islah sürecinde bir adımdı. Ham petrolü, benzin veya gaza çeviren ayrım kulesi gibiydi. İnsan ruhları Dünyada ıslah olduktan hemen sonra, Venüs gezegeninde canlanacaktı.
Dünya diyecekti, büyü bir makinedir. Büyük bir işleme tesisi. Bir fabrika. Bu, sizin önemli cevabınızdır. Önemli hakikattır.
Bir taş perdah makinesi düşünün, içi su, taş ve çakıl dolu vaziyette yedi gün yirmi dört saat dönen bir tambur. İçindekileri ezen. Dönüp duran. Çirkin taşları perdahlayarak değerli taşlar haline getiren. İşte bu, dünya. Dönmesinin sebebi bu. Biz taşız. Ve başımıza gelenler - dram ve acı ve mutluluk ve savaş ve hastalık ve zafer ve istismar - bizi aşındıran su ve kum. Bizi ezen. Güzel ve parlak olmamız için bizi perdahlayan.
Zamanın sonuna kadar devam edecek bir fikir arayan insanlarız. Kitaplar, filmler, oyunlar, şarkılar, televizyon, tişörtler ve parada yer alacak bir fikir.
Savaşlar yapıyoruz.
Barış için savaşıyoruz.
Açlıkla savaşıyoruz.
Savaşmaya bayılıyoruz.
Silahlarımızla, çenemizle ve paramızla
savaşır da savaşırız.
Ve gezegen bizden önceki halinden
asla bir adım ileri gitmiş değil.