Teknik şüphesiz olarak kapitalizme ve benzer şekilde savaşa gerçekten borçlu olsa da, makinenin başlangıçta bu yabancı kurumlar tarafından şekillenmesi ve özünde teknik süreçler ve iş biçimleri ile hiçbir alakası olmayan karakteristik özellikler taşımaya başlaması talihsiz bir olaydır. Kapitalizm makineden sosyal refahı ilerletmek için değil, kişisel kârı arttırmak için faydalanmış, mekanik aletleri yönetimi elinde bulunduran sınıfların gücünü ve servetini büyütmek için kullanmıştır. Makinenin oynadığı rolün aşırı vurgulanması ve sistematik bir düzene oturtma sürecinin düzeyi uyumu ya da verimliliğin ihtiyaç duyduğu düzeyin öteye geçmesinin nedeni, kâr etme olasılıkları olmuştur. Tarafsız bir aktör olan makinenin çoğu zaman topluma zararlı, insan hayatına kayıtsız, insan çıkarlarına umursamayan bir öğe olarak görünmesi ve hatta bazen öyle olması, kapitalizmdeki ayırt edici niteliklerin bir sonucudur. Makine kapitalizmin işlediği günahların acısını çekmiştir ve bununla zıtlık oluşturacak şekilde kapitalizm, insanları sıklıkla makinenin takdiri hak eden özelliklerinin ve becerilerinin sorumlusunun kendisi olduğuna inandırmıştır.
Savaş, tıpkı bir sinir hastalığı gibi organik dürtüler ile kişiyi bu dürtüleri tatmin etmekten alıkoyan kural ve koşullar arasındaki katlanılamaz gerilim ve çatışmanın yıkıcı bir çözümüdür.
Bedene dair olan pozitif algı hiç şüphesiz olarak, Hristiyanlığın elde ettiği en şiddetli zafer anlarında bile hiç ortadan kaybolmamıştır ve her yeni sevgili, ilişki içinde olduğu kişiyle birlikte aldığı fiziksel haz aracılığıyla bunu geri getirmektedir.
Onuncu ile 18. yüzyıllar arasında gerçekleşen, makineye hazırlanma sürecinin yaptığı etki, makineye geniş çaplı bir temel sağlamak ve onun batı uygarlığını hızlı ve evrensel bir şekilde fethetmesini garantiye almak olmuştur. Ancak bunun arkasında tekniğin kendisinin uzun süreli gelişimi yatmıştır.
Eğer orta Çağ’da tekniğin enine kesitini alırsak, o hem geçmişten alınan önemli öğelerin büyük bir kısmı, hem de gelecekte gerçekleşecek gelişmelerin çoğunun tohumuyla karşılaşırız. Burada el sanatı ve araç, tarlanın basit kimyasal süreçleri ile tamamlanarak arka planda yatmakta, ölçüme dayalı sanatlar, makine ve metalurji ile cam yapımı alanlarındaki yeni ilerlemeler ise ön planda yer alır.
Fantezi ile kesin bilgi ve dram ile teknolojinin yolları arasında, tam ortada yer alan birisi istasyon bulunur: bu, büyüdür. Dış çevrenin genel olarak feth edilmesinin kararlı bir şekilde temelinin atıldığı yer büyüğü olmuştur. Kilisenin sağladığı düzen olmadan bu girişim muhtemelen düşünmesi imkansız bir şey olurdu; ancak büyüğü ile uğraşanların vahşi, düzensiz cüreti olmasa ilk adımlar büyük olasılıkla hiç atılmazdı. Çünkü büyücüler yalnızca mucizelere inanmakla kalmamış, aynı zamanda mucizeler gerçekleştirmek için cesur ve korkusuz arayışlara girmişlerdir. Onların olağanüstü olanı elde etmek için harcadığı müthiş çabalar sayesinde onları takip eden doğa filozoflar ilk defa olağan olana dair ipucu elde etmişlerdir.