Özyaşam öyküsünün ilk cildinde, "teninin altında"kileri tüm çıplaklığıyla ortaya döküyor Doris Lessing. Güney Afrika'daki koloni dönemi, keskin ırk ayrımı, Birinci Dünya Savaşı'nın gölge uzantılarından henüz kurtulamamışken, kendini içinde bulduğu İkinci Dünya Savaşı, uğruna evliliğinden ve çocuklarından vazgeçtiği komünizm... Yaşamın ucunda duran bir kadının, toplumsal doğruları kabul etmeden de, yalnız bir ağaç gibi tutunmayı başarabildiğinin canlı bir örneği Lessing. "Beyaz egemenliği"ne rağmen "siyah'ları savunmak, evli kadına biçilen "iyi eş, iyi anne'' rolünü reddetmek, on üç yaşında okulu bırakıp çok başarılı bir yazar olabilmek... Tenimin Altında'da çok sayıda role -çocuk, eş, anne, yazar, "beyaz", komünist- bürünüp farklı deneyimler yaşasa da, temelde aynı sözü söylüyor Doris Lessing: "Ben asla onlar gibi olmayacağım!"
Tenimin Altında sadece bir yazarın gelişimini göstermekle kalmıyor, okura o yazarın önemini ustaca anlatabilmesiyle de tekrar tekrar okunmayı hak ediyor. Bu berrak, iyi aktarılmış özyaşam öyküsünde Doris Lessing kişisel ile geneli çakıştırıyor. Kendi hayalini dürüstçe ortaya koyarken, biyografi-kurgu birlikteliğinin, bireysel yaşamla toplumsal tarihi kaynaştırabileceğini ve anılarla bir çağın aydınlatılabileceğini gösteriyor.
Hilary Mante
Hiçbir yorum, sadece Lessing'in çocukluğunu değil aslında tüm çocuklukları, sadece beyaz-siyah ayrımcılığını değil her türlü içsel sürgün, başkaldırı, tahrip ve inşayı anlatan bu kadar olağanüstü bir kitabı, hak ettiği kadar iyi yansıtamaz. Lessing, gelecekte yazılması muhtemel yaşam öykülerini engellemek için bir özyaşam öyküsü yazmış ve iyi ki de yazmış.
Lyndall Gordon