«“Asla az değil, hep çok teşekkür edildiğini gözlemlemişsinizdir: ‘Çok teşekkür ederim’, evet. ‘Biraz teşekkür ederim’, hayır. Söylenmez. Buna karşılık, aşk söz konusu olduğunda, biraz, az, hatta çok az sevebiliriz ve bunu da söyleriz: ‘Seni artık çok daha az seviyorum’, bunu duymak, söz konusu kişi dışında kimseyi şaşırtmaz. Ama, ‘az teşekkür etmek’ düşünülemez. Hep daha fazla teşekkür edilir. Minnettarlığın sorunu enflasyondan kurtulamamasıdır. Aşkın tersine; aşkın doğal eğilimi, zaten…”
(…)
“Sonuçta, giderek daha az sevmeye başladığımız insanlara, giderek daha çok teşekkür etmek durumunda kalırız…”
Şüpheci bir dudak bükme.
“Bu arada unutmayın ki, bize aşkını sunan bir insana teşekkür etmek olmaz. Yakışık almaz… Bir deneyin: ‘Seni seviyorum.’ ‘Çok teşekkür ederim!’ Yanıt hiç de tatmin edici değildir.”
Salondan gelen kıs kıs gülme seslerinin dinmesini bekler.
Sonra, çok ciddi:
“Tatmin edici olmalıydı, oysa.”
Birden, görünmeyen birine seslenir.
Kendi içinden çıkıp konuşan birine.
Sonsuz bir şefkat ve minnettarlıkla sorularını yanıtladığı birine:
“Beni seviyor musun? Gerçekten, beni seviyor musun? Oh! Çok teşekkür ederim… Adım nihayet bir anlam taşıyacak…”
Duygu yüklü uzun bir ara.
İçtenlikle yineler:
“Teşekkür ederim…”
Ekler:
“Çok.”
Ardından, bu düşünceyi eliyle uzaklaştırarak gerçek dünyaya iner.
“Hayır, bu yapılmaz. Her şeye, herhangi bir şeye teşekkür edilebilir ama, aşka edilmez…”»