“-Dont forget,
-Forget what?
-Me.”
Adeline LaRue, 1700’lü yıllarda Fransa’da yaşayan, hayalperest, maceralara meraklı, evlenmek yerine hayatını yaşamak ve yaşadığı küçük kasabadan çıkıp keşfetmek isteyen bir kızdır.Buna rağmen evlenmek zorunda bırakılır, tam düğününe gideceği anda ormana kaçar, karanlıkta dua etmemesi tembih edilmesine rağmen dua eder ve bir karanlıkla, hayatını inanılmaz şekilde değiştirecek bir anlaşma yapar.
Kimseye bağımlı olmadığı, özgür ve sonsuz bir hayat yaşayacaktır.Bunun karşılığındaysa bir gün ruhunu, bu hayatı yaşamaktan sıkılırsa eğer, anlaşma yaptığı karanlığa, Luc’a verecektir.Eddie istediği hayata kavuşur ancak sonuçları acı olur, kimse onu hatırlayamıyor, hayatta hiç bir iz bırakamıyor, yazı bile yazamıyor, adını bile söyleyemiyordur.Güzel de olsa zor bir hayata başlar.Derken kimsenin onu hatırlamadığı 300 yıl yaşar ve bir gün Henry Strauss ile karşılaşır, onu hatırlayan, unutmayan ilk ve tek kişiyle.
“She fell in love with the darkness many times, fell in love with a human ones.”
O kadar güzeldi ki, her satırı ayrı üzdü, ayrı sevindirdi, ayrı etkiledi.Eddie ve Henry’ye ne desem az kalır, Luc’tan bile nefret etmem gerekirken edemedim.Keşke dilimize çevrilse de kitaplığıma ekleyebilsem.Yazara bir kere daha hayran kaldım.