” Ölümü dışlayan tekno-bilimsel dünya, pandemi boyunca her şeyin ve herkesin potansiyel virüslü, kirli veya lekeli olduğu varsayımından hareketle maske, mesafe ve temizlik gibi çeşitli (hijyenik) sakındırma önerilerini yeri geldiğinde yaptırım mevzuatlarıyla hayata geçirmiştir. Bu öneriler de teknolojikleşen yaşam üzerinde modern bilimin tanımladığı şekliyle ölümün aslen “durdurulabilir ve önü alınabilir bir arıza” olarak görülmesine koşuttur. Yani hijyen söyleminin alt metninde bu virütik hastalık ile ölümün “hayat bozucu virüs” olması arasında analoji kurulmuştur.
Ölüm, Baudrillard'ın yaklaşımıyla daima sterilize edilmesi veya makyajlanması gereken bir şeydir. Bu yüzden pandemide günlük ölüm verileri bir yandan hastalığın tehlike düzeyinin ölçüsü olmuş, diğer yandan ölümün kendisini istatistiksel grafiklerin duygusuz çizgileriyle sayısallaştırmıştır. Bu yolla yaşamsal temellerinden koparılan ölüm sanki hem her yerde hem de hiçbir yerde gibidir. O varlığın en derinlerine kök salmakla birlikte, en banal imajlarıyla da bedenin yüzeyindedir.
Pandemide olduğu gibi, ekranlar vasıtasıyla manadan yoksun bir tekdüzelikle aktarılan vaka tabloları, izleyicileri ölüme aşır-yakınlaştırarak yabancılaştırmıştır. İnsanın bir ölüyle karşılaşmasının kendi ölümüyle karşılaşması demek olduğunu savunan Canetti'nin” aksine, bu istatistikleştirilmiş ölüm figüründe her ölüm alt tarafı kimliği belirsiz, uzak bir ötekinin ölümü olarak tecrübe edilmiştir,