Modern Sağlık Mitinin Eleştirisi

Tıbba İman Çağı

Sertaç Timur Demir

En Eski Tıbba İman Çağı Gönderileri

En Eski Tıbba İman Çağı kitaplarını, en eski Tıbba İman Çağı sözleri ve alıntılarını, en eski Tıbba İman Çağı yazarlarını, en eski Tıbba İman Çağı yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Tıp her geçen gün yükselen hızla biyolojik olmaktan çıkarak toplumsal bir buyruğa evrilmektedir.5 Kaldı ki bu tespit dahi, toplumsal belirleyici olan tıbbın bilimsel dilden ilham aldığını bir noktaya kadar göz ardı eder. Nitekim tıp, bilim söylevlerinin ürettiği dogmatik kabul biçimlerinden ve biyomedikal ilerlemeciliğin ufkunda şekillenen alışkanlıklardan muaf değildir. Tam bu aşamada Turner'ın çizdiği sosyal bilımsel güzergâh, hastalıklara toplumdaki egemen düşünme tarzını yansıtan tıbbi söylemlerin ürünü olarak bakmanın onünü açar. Aynı eksende Giddens'a göre de hastalıklar biyolojik faillerin neden olduğu bozulmalardan ziyade, bilimsel gerçeklerin ötesindeki toplumsal oluşumlardır.8 Bunun için hastalıklar kendilerini betimleyen kültürel anlatıdan bağımsız; “kendiliğinden” olaylar olarak görülmemelidir.
“ Hastalık ile revaçtaki toplumsal işleyiş arasında belirgin bir bağıntı vardır. Bu önermeye göre, her tarihsel dönem ve yaşam tarzı, neden olduğu veya en azından kendi izlerini taşıyan bir hastalık tohumunu bünyesinde taşır. Bu anlamda pandeminin metaforize ettiği sosyal ve tıbbi realiteye göre, kitleleri harekete geçiren şey “bulaşma”dır.8 Baudrillard çağın iletişim tarzını mikrop salgınlarına benzetir? ve ekler: “Virüs kökenli hastalık, kapalı devrelerin, entegre devrelerin, uygunsuz birlikteliklerin ve zincirleme tepkilerin patolojisidir.”'9 ByungChul Han da bu virüsleri sistemin kalbine hücum eden hayaletimsi düşmanlar olarak tanımlar ve terörist eylemlerle ilişkilendirir.11
Reklam
“Tıp, aydınlanma sonrası tanrının yerini alan sağlığın yarası ve paradoksudur. Bu anlamda mesela Nietzsche, skolastik düşünceye özgü tanrıyı öldüren modern insanın tanrısız kalmayacağını, bunun yerine kendi eliyle yaptığı seküler putlara yöneleceğini ve bir tür sağlık tanrısının yaşama ve ölüme hükmedeceğini öngörmüştü. Tıp ve iktidar çalışmalarıyla şöhretli Michel Foucault da tıbbın çağdaş misyonunun din adamlarının bir zamanlar üstlendiği role benzediğinin altını çizmişti. Lupton bir adım öteye giderek “tıbba iman”dan dem vurmuş ve bunun bir tür dinsel öğretiye kaydığını yazmışti.8
Modernliğin parçalara ayırdığı yeni-insan, emellerinin ölçüsüzlüğüyle savruk; heveslerinin belirsizliğiyle savunmasızdır. Hem yaşama karşı mesnetsizce cesur hem de ölüme karşı amansızca korkaktır. Tıp, modern insanın çıkmazı olan ölümü hem bahane ederek hem de sakınma imgesine tahvil ederek kendi ölümsüzlüğünü arar. Ölüm tıbbın verimli çıkışsızlığıdır: Onu hem iter hem de çeker. Çünkü ölümlülük algısı karşısında geliştirdiği kurtarıcı dil, bir şekilde tıbba keyfi hareket alanı açar. Farklı bir söyleyişle tıp, varlığını ancak hastalıkla ve ölümün yer açtığı tükenmiş ve bu yüzden teslim olmuş bedenlerle yeniden üretebilir. Fakat bunun sonucunda yaşamın bütünlüğü, onun her anında üretilen (ölümden) kaçma teşebbüsleri tarafından ufalanır. Bu nedenle “tıbba iman” bu asrın temel buyruğuysa; “ölümden kaçınma” da tıbba imanın ana esasıdır. Bu yüzden tıbbın müjdelediği sahte cennet, sırf bu dünyaya ve şimdiki zamana aittir. Uzmanların her girişimi, -ölüm dâhil-yaşamın her aşamasının tümüyle yönetilebileceği ve dahi yönetilmesi gerektiği savına dayanır. Buna istinaden çağdaş tıbbın insan üzerindeki müdahalesi varlığın köklerinde, daha tohum toprağa düşmeden başlar. Cisimleştirici tıbbi müdahale “bedenin dışında” ve “beden için”miş gibi görünse de “bedenin içinde” ve çoğu kez “bedene rağmen” gerçekleşir. Hastanın organları ve uzuvları, ontolojik sırları aralayan ve çekilmez ağrıları dindiren hekimlerin hassas ellerinde deneysel bir denkleme bürünür.
Pandeminin yalnızca virüsün bulaştığı hastalara değil; öngörülmez olasılık olarak tüm topluma temas eden yaygın bir insanlık durumuna karşılık geldiği iddia edilebilir. Daha somut ifadeyle, bu salgında sadece hastalık teşhisi konanlar değil; virüsün gezgin belirsizliğinde tüm toplum hasta edilmiştir. Bu aşırı sterilleştirilmiş ve ayrıntılı gözetime tabi tutulmuş toplumun kendisine topyekün hasta muamelesi yapması veya yapmaya zorlanması tam da modern tekinsizliğin sonucudur. Sosyolojik perspektiften bakıldığında toplumdaki hiçbir çözülmenin ya da kırılmanın öncesiz, tepeden inme ve kendiliğinden gerçekleşmeyeceği söylenebilir. Pandemide kalabalıklara yön veren “maske”, “mesafe” ve “hijyen” mesajları da bu minvalde yorumlanmalıdır. Böyle bakınca her düşüncenin bir şeyi göstererek gizlediği ve esas mesajın görünen değil; gizlenen şeyde olduğu öne sürülebilir. Örneğin “maske” olanca örtücülüğüne rağmen hastalığın ürkütücülüğünü teşhir eder. Virüsün kendisi hakikatte insanın insana yakınlığının mutlak olmayışını açığa çıkaran bir ifşacıdır. O görünmez-göstericidir. Burada bir tür “salgın salgını”ndan bahsedilebilir.
” Ölümü dışlayan tekno-bilimsel dünya, pandemi boyunca her şeyin ve herkesin potansiyel virüslü, kirli veya lekeli olduğu varsayımından hareketle maske, mesafe ve temizlik gibi çeşitli (hijyenik) sakındırma önerilerini yeri geldiğinde yaptırım mevzuatlarıyla hayata geçirmiştir. Bu öneriler de teknolojikleşen yaşam üzerinde modern bilimin tanımladığı şekliyle ölümün aslen “durdurulabilir ve önü alınabilir bir arıza” olarak görülmesine koşuttur. Yani hijyen söyleminin alt metninde bu virütik hastalık ile ölümün “hayat bozucu virüs” olması arasında analoji kurulmuştur. Ölüm, Baudrillard'ın yaklaşımıyla daima sterilize edilmesi veya makyajlanması gereken bir şeydir. Bu yüzden pandemide günlük ölüm verileri bir yandan hastalığın tehlike düzeyinin ölçüsü olmuş, diğer yandan ölümün kendisini istatistiksel grafiklerin duygusuz çizgileriyle sayısallaştırmıştır. Bu yolla yaşamsal temellerinden koparılan ölüm sanki hem her yerde hem de hiçbir yerde gibidir. O varlığın en derinlerine kök salmakla birlikte, en banal imajlarıyla da bedenin yüzeyindedir. Pandemide olduğu gibi, ekranlar vasıtasıyla manadan yoksun bir tekdüzelikle aktarılan vaka tabloları, izleyicileri ölüme aşır-yakınlaştırarak yabancılaştırmıştır. İnsanın bir ölüyle karşılaşmasının kendi ölümüyle karşılaşması demek olduğunu savunan Canetti'nin” aksine, bu istatistikleştirilmiş ölüm figüründe her ölüm alt tarafı kimliği belirsiz, uzak bir ötekinin ölümü olarak tecrübe edilmiştir,
Reklam
171 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.