Tüfekle Vurulacak Şeyler’in ismini gördüm önce. taşıdığım ya da daha çok taşıyamadığım öfkeme hizalanıp belki de onu sağaltmama destek olacak bir kitap bulduğumu hissettim. hissetmek önemli çünkü bende düşünmek hissetmenin ardından geliyor zaten. Ve evet bu yorum yine kitabın bana hissettirdikleri üzerinden.
şöyle oldu: öyküleri okumadan sadece ismi bile yeterliydi iyi gelmesine.
Silahlardan, savaştan hiç ama hiç haz etmesem de buradaki tüfeği öfke duyduğum pek çok şeye doğrultmak, dünya yüzünden yok etmek istiyordum. Mesela, kadınların kendilerini gerçekleştirmesine engel olan, toplumsal normları dayatan yapıları, homofobiyi, ırkçılığı, türcülüğü, yaş ayrımcılığını, insanın kendini her şeyden üstün gören doğaya ve diğer canlılara tahakküm kurma halini. anlayacağınız tüm bunları ve dahasını dünya yüzünden silmenin metaforu bu kitabın adı oldu benim için.
Öyküleri okuyunca da hislerim de yanılmamış olduğumu gördüm. toplam sekiz öykü var. hepsinde kadın kahramanlar zaafları ve dirençleriyle müthişler, oldukları gibi yani. bütün hisleriyle, öngörülemezlikleri, cüretleriyle.
tek tek öykülerin üstüne bir şeyler yazsam sanki büyüsünü eksiltirim gibi geliyor. yalnız şunu söyleyebilirim; benim hafıza nanay, hele öykü hiç kalmıyor aklımda ancak buradaki karakterleri unutmam mümkün değil.
Özellikle Tuz Gölü’deki Olcay ve Sedef,
Tüfekle Vurulacak Şeyler’deki bilge antikacı kadın
Ölmeden Önce Son Porno’daki Zerrin
3003 No’lu Oda’daki Derya
Bir de yazarın her öykünün başındaki illüstrasyonları var ki şahane.
çok heyecanla, coşkuyla okuduğum bir kitaptı, ortak olmak isterseniz