"Kalemimi bir silâh gibi kullanıyorum, diyen
yazarlara şöyle diyesim geliyor:
Savaşmak için demek bir silâh gerek sana.
Öyleyse niçin gerçek bir silâh almıyorsun eline?
Kalem, bazı doğruları göstermek için
kullanılır.
Silâh ise doğruları göstermez.
Silâh patlar, öldürür.
En azından yaralar.
Bir de, unutma savaşçı yazarım,
Kimi zaman da
geri teper."
''Eğer inancı varsa kişinin,
gerçeğe sırtını dönebilir'' diyordu genç Nietzsche.
Evet, ama kişi çok geçmeden bunu unutup
tek gerçeğin inancı olduğunu söylemeye başlar.
Sonunda buna kendisini de inandırır.
Bir devrimci şöyle söyleyebilir mi?:
''Ben gerçeği aramıyorum.
Ben inancımı gerçekleştirmek istiyorum.''
Bu söylendiğinde,
amaca giden tüm yollar mubah'tır.
Ancak o zaman suçsuz insanlar da öldürülebilir.
Ancak o zaman
çoğunluğun (birileri tarafından karar verilmiş)
mutluluğu adına
sürgünlerde, kamplarda
insanlara acı çektirilebilir.
Ancak o zaman aykırılık bilincini
yok etme hakkını
kendinde görür birtakım kişiler, örgütler, güçler.
Çünkü, artık, suçluluk/suçsuzluk,
iyi/kötü, doğru/yanlış, sevi/kin
ayrımı kalmamıştır.
Gücünü, gerçeğe sırtını dönen
inançtan alanlara karşı
sonsuza değin inançsızlığı yeğlerim.
''Yirmi yaşımda da, elli yaşımda da aynı ilgi, hattâ tutku,
eksilmeyen tutkuyla okuduğum tek bir yazar var: Kafka.
Onun yazdıklarını, bir 'mümin'in kutsal kitabını okuyuşu gibi okuyorum.''