Önce içinizdeki o gazla çalışan "ver mehteri" sesini kısın, belinizdeki altıpatı usulca çekmeceye bırakın, kapıdaki beyaz torosu garaja çekin, ardından buz gibi bir suyla elinizi yüzünüzü yıkayıp beyninizi boşalttıktan sonra kitabı alın uhuletle ve suhuletle okumaya başlayın :)
Ziya Gökalp milliyetçi bir sosyolog, ülkü sahibi bir halkçı. Türkçülüğün teorisyenleri arasında öncü bir isim. Akıl dolu bir eleştirmen. Yüzleşmeyi bilen bir aydın. Toplumcu bir entelektüel. Keskin bir zekaya, sivri uçlu bir kaleme, özde Türkçü biçimde Turancı bir üsluba sahip.
Gökalp bu kitapla doğu batı arasında sıkışıp kalan Türk'e kendini ararken yol arkadaşlığı yapıyor. Kim olduğunu unutmaması için kökleriyle arasında köprü görevi görmeye çalışıyor. Oldukça genç bir devletin neredeyse dünyayla aynı yaşta olan milletine "tarihin yaşıtı" olduğunu hatırlatıyor.
Türk'ün ırkçılığa varan bir milliyetçilik anlayışıla çağına yabancılaşmaması ve çağına ayak uydurmak için tarihini de unutmaması gerektiğini vurguluyor. Yani Türk, bu bağlamda ne kafatasçı olmalı ne de ona Türklüğünü unutturan bir hümanist olmalı.
Kitap dilden dine, ırktan kültüre, tarihten sosyolojiye kadar Türkçülüğün derinlerine iniyor. Faşizan bir tutumla kendinden olmayanları dışlamak üzerine kurmuyor anlatımını. Önyargılarınızı bir kenara bırakıp da okursanız yanlış anlamalarınızdan da sıyrılırsınız.
"Ey Ölümsüz Türk Milleti!
Kendine Dön!
Su Gibi Akıttığın Kanına,
Dağlar Gibi Yığdığın Kemiklerine Layık Ol!"
Bilge Kağan