Türkiye'de Devlet ve Sınıflar

Çağlar Keyder

Newest Türkiye'de Devlet ve Sınıflar Quotes

You can find Newest Türkiye'de Devlet ve Sınıflar quotes, newest Türkiye'de Devlet ve Sınıflar book quotes, the most impressive sentences and paragraphs on 1000Kitap.
1914 Osmanlı Ekonomisinin Durumu
Savaş dönemi hükümetleri, başkentin ve ordunun ihtiyaçları­nın karşılanması bahanesiyle pazarı bütünüyle devre dışı bıra­ kan tahsis mekanizmaları geliştirdi. Klasik Osmanlı döneminin ticaret tekeli sistemi, bütünüyle ve üstelik yeni teknolojiyi kulla­narak geri dönmüştü: Ulaşım araçları kıt olduğundan, ürünlerin taşınması için demiryolu kullanma imkanım elde edebilen siyasi gözdeler çabucak büyük işadamı oluverdiler. Aynı zamanda, es­ki dönemin şehir ekonomisine ilişkin kontrol mekanizmalarım andırır bir biçimde, perakendeci tüccarı ve zanaatkarları korpo­rasyonlar içinde toplama girişimleri görüldü. 1908-1914 döne­ lminde aktif olan işçi örgütleri de kısa zamanda kapatıldı; işçi-iş­ veren ilişkilerini düzenleyici mevzuat çıkarıldı. Siyasi düzeyde başlatılan Müslüman müteşebbisleri özendirme süreci taşrada daha da açık bir biçimde sürdürülüyordu. Kooperatif biçiminde örgütlenmiş yeni ticaret şirketleri yanında Müslüman iş adamla­rı parti örgütünün himayesi altında biraraya getiriliyor ve yine ticarete yönelik "milli" şirketler kurduruluyordu.
Türk Milleyetçiliği Hangi Koşullarda Doğdu
Balkan savaşları, İttihat ve Terakki'nin Rum ve Ermenilerle ilişkilerinde bir dönüm noktası oldu. Ermeni siyasi partileri İt­tihat ve Terakki'yi desteklemekten vazgeçmişler ve Ermeni so­rununun uluslararası plana çıkarılmasının zorunluluğuna inanmışlardı. Rumlar, Hıristiyan nüfusunun bulunduğu bölge­lerin Yunanistan tarafından ilhak yoluyla Osmanlı sorununu kısa yoldan çözmeyi savunan Venizelos'u ve onun "megale idea"sını desteklemeye başlıyorlardı. İşte bu siyasal bağlam­ da İttihat ve Terakki önderleri Türk milliyetçiliği politikasına doğru süratle yön değiştirdiler.
Reklam
Jön Türkler
Gerek reformcu, gerekse devrimci hareketleri başlatan "en­telektüeller" yurtdışında veya yeni kurulmuş okullarda yük­sek eğitim gören bürokrat kesiminden geliyordu. Batı'daki benzerlerinin tersine, bunların çoğu devlete hizmet amacını güden teknik veya askeri okullarda eğitilmişler, ama Avrupa siyasi geleneği içindeki çağdaş akımlardan da etkilenmişlerdi. Devlet idaresi için yetiştirilmiş olmakla birlikte, sadece etken yönetimi amaçlayan teknokratik bir kadro oluşturmuyorlardı. Ama, hümanist veya eleştirel bir kültürün temsilcisi de değil­ diler. Başlıca amaçları, iç çatışma ve dış baskılarla başa çıka­bilmek için devletin ıslahı oldu
gayrimüslim burjuvazinin yabancı sermayenin basit bir uzantısı olduğu, İngiliz ve Fransız tüccarların kullandıkları bir araçtan başka bir şey ol­madığı sonucu çıkarılmamalı. Tersine,19. yüzyılın ortaların­daki hızlı büyümenin Osmanlı aracılarının bağımsız evrimi için gerekli şartları yarattığı ve bu aracıların kendi iktisadi alanlarını koruyabilecek güce eriştikleri anlaşılıyor. Ama bu evrim, bütünleşmenin yapısal parametrelerini tehdit eden bir muhalefeti beraberinde getirmedi: Osmanlı bur juvazisi, ya­bancı sermayenin yarattığı mevzilerin bir kısmını devraldı. Özellikle, Avrupa ekonomisinin krize girdiği son dönemde, Selanik, İzmir ve İstanbul gibi birkaç şehirdeki Rum tüccar ve sanayicileri, girişimlerine devletten destek alabilmek için büyük gayret gösterdiler. Hıristiyan burjuvazi siyasi arayışlar içine girdiğinde (özellikle 1909 sonrasında) , Avrupa devletler arası sistemi Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalan­maya mahkum etmişti. İmparatorluğun varlığını sürdürme şansı daha yüksek olsaydı, devlet-burjuvazi ilişkisi farklı bir şekilde gelişebilirdi. Ama, Hristiyan burjuvazinin yürüttüğü politika, imparatorluğun parçalanacağı öngörüsü üzerine te­mellendirildi.
Demiryollarının ve limanların ticaret hacmini artırdığı ve daha önce mahalli pazara dönük üretim yapan üreticileri dün­ya ticaret şebekelerine açtığı apaçık ortadadır. Belediye hiz­metleri ise (tramvay, elektrik vs.) yeni ticaret burjuvazisinin içinde yaşadığı fiziksel çevreyi yaratarak, insanların hayat tarz­larını uzaktaki metropollere göre biçimlenfirdi. Bu hayat tarz­ları gittikçe artan oranda lüks tüketim malı ithalatı gerektirdi. Belediye hizmetlerinde yapılan yatırımın bu dolaylı etkisinin en belirgin biçimde görüldüğü yerler, Selanik, İzmir ve İstan­bul başta olmak üzere hızla gelişen liman şehirlerinin "Avrupalılaşmış" kesimleriydi. Bu şehirlerde, trenlerin, elektrik şe­bekelerinin ve yolcu vapuru hizmetlerinin işletimi bütünüyle yabancı sermayenin elindeydi. Şehirlerdeki yeni iktisadi faali­yetin büyük bölümünün aslında ticareti tamamlayıcı nitelik taşıdığı söylenebilir; bu tamamlayıcılık ihracat ve ithalata faal olarak katılma biçimini aldığı gibi, yeni burjuvazinin tüketim ihtiyaçlarını karşılama biçiminde de gözüküyordu
İmparatorluğun Avrupa kapitalizminin siyasi-iktisadi man­tığına dahil olmasını kurumsallaştırma yolunda atılan ilk adım, 1838'de lngiltere'yle yapılan ticaret antlaşmasıydı. Ör­neğin, 1842'de Çin'le yapılan Nanking antlaşmasının tersine, bu antlaşma öncesinde doğrudan bir zorlama olmamıştı. Ama Osmanlı idaresi, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın tehdi­ dine karşı Avrupa'nın desteğini sağlama kaygısı içindeydi. Mehmet Ali ordusuyla birlikte İstanbul'un çok yakınına gel­miş ve ancak İngiliz desteği sayesindedir ki Osmanlı bürok­rasisi bu işten kazasız belasız sıyrılabilmişti. 1838 antlaşması kısmen bile olsa bu müdahale için ödenen diyetti; antlaşma­nın, devletin verdiği bütün tekelleri yasaklayan hükmü, Mısır valisine devletçi reformlarını yürütme imkanı veren eski dü­zenin bir ilkesini ortadan kaldırıyordu. Ayrıca, İngiliz tüccar­lar değer üzerinden alınan yüzde 12'lik tek vergi dışında hiçbir vergi ödemeden mal satın alıp ihraç edebileceklerdi. Aynı şekilde bütün ithalattan yüzde 3 oranında bir resim alı­nacaktı.
Reklam
Osmanlı Imparatorluğu'nun klasik kurumsal yapısı, az çok birbirine yakın büyüklükte topraklan elinde tutan ve merkez­ den atanan memurlara oransal vergi ödeyen bağımsız bir köy­lü kitlesinin varlığını öngörüyordu. Bu memurlar, ya vergiyi merkeze aktarırlar ya da bunun karşılığında merkeze çoğu za­man askeri bazen de sivil nitelikte hizmetler verirlerdi Bu memurlann temel özelliği, statülerini miras yoluyla veya ma­halli nüfuzlanna dayanarak değil, merkezi otorite tarafından tayin edilmiş olmaları dolayısıyla elde etmeleriydi. Aynı şekil­ de, ayncalıkları kolayca geri alınarak reaya statüsüne indirile­ bilirlerdi. Teorik olarak, 15. yüzyıldan sonra sadece hanedan ailesi varlığını başkalanna borçlu olmayan bir statüye sahipti; bu statü padişaha güçlü kullanma servet bahşetme ve bu ser­vetleri yok etme gücünü veriyordu. Böylesine mutlak bir ikti­darın kullanılabilmesi için, çevrede güç odaklanrının henüz doğarken boğulmasını sağlayacak etkin bir mekanizmanın gerektği ortadadır. Müstakbel iktidar odakları ortadan kaldırılmak­sızın klasik modelin sürekliliği sağlanamazdı; saray açısın­dan, tebaaların, fermanla yükseltilmedikleri sürece, kontrol edilebilir bir durumda tutulmaları zorunluydu.
Bizans mer­ kezi otoritesi gibi, Osmanlı Sarayı da bağımsız bir köylülükle kurduğu ayrıcalıklı bir ilişki temeline dayanıyordu. Güçlü bir biçimde merkezileşmiş bürokratik bir yapının köylü toplumu­nun sağlıklı yeniden üretimi için gerekli şartlan oluşturacağı ve devamını sağlayacağı kabul ediliyordu. Bunun karşılığında köylünün ürettiği artı ürün vergi olarak kabul ediliyordu. Bu durumda da başlıca tehlike, bu mutlu ilişkiye engel olup bir yandan merkezi bürokrasiyi gelir kaynaklarından mahrum bı­rakırken, öte yandan köylülüğün bağımsızlığını tehdit edebile­cek mahalli güç sahiplerinden geliyordu.
Osmanlı İmparatorluğu, kapitalizmle bütünleşme süreci içinde geriledi ve çeşitli milliyetçi ayrılık hareketlerinin başarı­ ya ulaşması sonucu parçalandı. Kapitalizmle bütünleşme, ge­leneksel bürokrasiye rakip bir burjuva sınıfını onaya çıkardı. İmparatorluk parçalanırken yeni bir ulus devleti kurup bu devleti modernleştirmeye koyulan burjuvazi değil, bürokrasiy­di. Her ne kadar yeni devlete hakim olan bürokrasi idiyse de, gelişen burjuvazi otoriter rejimi gittikçe daha çok tehdit eder oldu. İktisadi politika açısından, bürokrasi iki savaş arası dö­neminin davetçiliğiyle özdeşleşmişti. İkinci Dünya Sava­şı'ndan hemen sonra, Amerikan hegemonyası altında bir libe­ralizmin ortaya çıktığı ve burjuvazinin kendi partisinin iktida­ ra geldiği görüldü. 1960'lardaki ve 1970'lerdeki ithal ikamesi­ ne dayalı sanayileşme, kapitalist ilişkilerin zamanla üstünlük kazanmasına ve kapitalist bir devletin oluşmasına yol açtı.
Abdülhamid döneminde merkezî devletin aygıtlarını güçlendirme yolunda önemli adımlar atılmıştı. 1908 Anayasası'nın parlamenter demokrasiye sağladığı katkı 1925-1946 arasında cumhuriyetin sağladıklarından çok daha fazlaydı.
İletişim Yayıncılık 2014 Sayfa: 111
83 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.