Öncelikle kitabı okuma sebebim neden bu kadar dillere destan olduğunu merak etmemdi. Büyük bir beklenti içerisindeydim ve beklentimi tamamen karşıladı. Fakat kitabı elimden bırakmamak için çok direndim. Nedeni ise içerisinde barındırdığı büyük acıdır. Afganistan, Doğu Türkistan ve Suriye'den mülteci olarak ülkemize gelen öğrencilerimle bu konularda daha acı konuşmalar yapmıştık bu sebeple kitabı okurken defalarca onlar gözümün önüne geldi. Benim öğrencilerimi dinlerken veya kitabı okurken dahi yüreğim böyle parçalanıyorsa bu insanlara ne söylemeliyim, nasıl empati yapabilmeliyim bilmiyorum. Üzücü olan şey dünyada hala bu olayların yaşanmaya devam etmesi ve insan denilen varlık yeryüzünde olduğu müddetçe yaşanacak olması.
Emir ve Hasan, Kabil'de monarşinin son yıllarında büyüyen iki çocuktur. Aynı evde büyümelerine, aynı sütanneyi paylaşmalarına rağmen Emir'le Hasan'ın dünyası arasında uçurumlar vardır. Emir, ünlü ve zengin bir iş adamının, Hasan ise onun hizmetkarının oğludur. Üstelik Hasan, orada pek sevilmeyen bir etnik azınlığa, Hazaralara mensuptur. Arkadaşlık, ihanet, sadakat üçgeni etrafında dönen ve kanayan yaralarımızın üstüne üstüne basan bir roman..
Sözün özü Hz. Mevlana şöyle der: “Bu dünya bir dağa benzer. İşlerimiz, yaptıklarımız da seslenmek gibidir. Seslerimiz güzel de olsa çirkin de olsa dağa çarpar, döner yine bize gelir.”