Başladığım andan itibaren etrafımda dolaşan bir rüzgarın uğultusu, kitabın kapağını kapatana kadar dinmedi. Bu tepelerin uğultusunu, kitap boyunca hissedeceğinize şüpheniz olmasın.
Bronte kardeşlerin sanırım sevmediğim bir cümlesi dahi olmayacak. Keşke Emily Bronte, daha fazla yaşamış olsaydı da onun tek bir kitabı ile sınırlı kalmasaydık. Kalemi öyle sağlam bir yazar ki, elinden ne çıkarsa çıksın okurdum.
Kitap, sanılanın aksine bir aşk romanı değil. Nefretin, kinin, intikamın, öfkenin aşk ile harmanlanmış hali. Bütün kasveti yüreğinize ilmek ilmek işleyecek ve uğultusu hiç kesilmeyecek bir nefret bu. Heathcliff'in nefretini, aşkını okurken hem ondan delicesine nefret etmek isteyeceksiniz hem de nefret edemeyeceksiniz. Şahsen ben nefret edemedim ama gerçekten nefret etmek istediğim çok yer oldu.
Belki hayatları bambaşka olabilirdi fakat ufak ufak biriken olaylar onların hayatlarını ebediyen bu nefrete mahkum etti. O yüzden demem o ki; bir insana bir şeyler söylerken, yaparken, hissettirirken aslında o insanın hayatında önemli bir noktaya temas edip iyi yahut kötü yönde iz bırakabileceğinizi ve bu izin bütün hayatına yansıyacak ölçüde büyük olacağını unutmayın. Ayrıca bu temas, dönüp dolaşıp sizin hayatınıza da etki edecektir.
İşte bütün kitap boyunca, bir zamanlar yapılan her şeyin daha sonra hayatlarındaki yankısını gösteriyor Emily Bronte. Uğultu bittiğinde benim hissettiklerimi soracak olursanız, kesinlikle bu kitap okunmalı derim.