İçinde bir şeyler değişmişti. <<Çocukların Dünyası>>nı okurken çocukların dünyasını yeniden keşfetmişti. Büyüklerin dünyasından bu kadar farklı olan dünyayı.
Umutsuz olmak, ona korkunç görünmüştü. Kahvedekilerin ve yoldan geçenlerin ona bakarak aralarında "Şu oradakinin umudu yok!" diye mırıldandıkları hissine kapılmıştı. Sanki bir suçtu bu. Sanki üzerinde bunu ele veren bir işaret vardı. Sanki giysili insanlar içinde çıplaktı. Heyecanına bir çıkış arayarak, yazdığı hikâyeleri düşündü. Günümüzün sorunlarını ele alıyordu. Savaşı ve toplumsal talihsizliği... Buna rağmen, yayımlamayı düşünmüyordu. Korkuyordu! Onun bunun etiketlendirmesinden korkuyordu. Hayır, yayımlanması gerekirdi. Lanet olsun etikete! O yalnızca bir insandı, başka hiçbir şey. Ne sağcıydı, ne solcu. Daha önce umut etmiş olup da, şimdi umudu olmayan ve bunu dile getirmeyi kendine borç sayan biri. "Tabii başkalarının umudu vardır," diye düşündü. Umutsuz nasıl yapılabilirdi.
Gazeteye tekrar bir göz attı: "Hindiçin, "Sosyete Haberleri", piyano restali, ekonomik sebeplere dayalı iki intihar olayı, "küçük ilanlar"..
Yazı makinesi ARANIYOR...
Radyogramofon ARANIYOR...
İyi durumda cip ARANIYOR...
Saf İran halısı ARANIYOR...
Ajandasını çıkarıp bir sayfasını kesti ve kalemiyle şöyle yazdı:
Umut ARANIYOR...
Sonra adını ve adresini ekledi.
Garsonu çağırdı. Hesabı ödemek istiyordu. Doğru gazeteye gitmek, ilanını vermek, yarınki baskıya mutlaka hazır olması için rica etmek, ısrar etmek istiyordu.