Urvetu'l-Vuska

Cemaleddin Afgani

Urvetu'l-Vuska Sözleri ve Alıntıları

Urvetu'l-Vuska sözleri ve alıntılarını, Urvetu'l-Vuska kitap alıntılarını, Urvetu'l-Vuska en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Irkçılık ve İslam
Dünyadaki milletlerin fertleri ve her birinin niyetleri, açık ve derin bir görüşle incelenirse, büyük bir bölümünde ırk taassubu olduğu görülecektir. Bağlısı olduğu topluluğun üstünlüğü ile övünen ve soy asabiyeti güden bir adam, kendi toplumuna bir zarar dokununca, o zarardan etkilenerek onu yok etmeye çalışır; hatta bu uğurda gerekirse ölür ve öldürür. Bu insanların çoğu, bu gayretin nereden kaynaklandığını bilmeksizin bunu yaparlar. Hatta hakikati arayanlardan bir çoğu, bu duygunun insanın doğal yapısında, vicdanında olduğunu zannederler. Fakat dünyanın herhangi bir yerinde doğan, sonra reşit olmadan başka bir yere götürülen bir çocuğa, şayet nerede doğduğu, hangi millete mensub olduğu söylenmezse; çocukta gerçek soyuna ve milletine bir yöneliş görülemez. Asıl vatanı ve daha sonra getirildiği yer, bu çocuk için eşitlenir. Hatta sonradan içinde yetişip büyüdüğü yer kendisine daha yakın olur ve daha çok oraya yönelir. Böyle bir çocuk örneğinde gördüğümüz durum, soy bağlılığının tabii olmadığını gösterir.
Sayfa 81 - Bir Yayınları
Cehalet asla ilme hakim olamaz. Kısaca cehaletin hakim olduğu hükümetler, bilimin hakim olduğu hükümetlere egemen olamazlar. Bugün, bilim toplarının savunduğu bir halk yalın kılıçla yönetilemez.
Sayfa 42 - Bir Yayınları
Reklam
Baskı ve zulüm halklara ırk ve mezhep taassubunu unutturur. Kendilerini saran tehlikeye karşı birleşmenin taassuptan daha önemli olduğunu görürler. Bu gibi durumlarda insan tabiatı, çıkar hesaplarından çok birleşme ve anlaşmaya yönelir
Sayfa 69 - Bir Yayınları
Afganî İslam Ümmeti'nin acısını çektiği ve sürekli ızdırap duyduğu problemin odağına eğilmiştir. Bu odak iki öğeden oluşuyordu ve belki de birincisi ikinciyi meydana getiriyordu. Bu iki öğe şunlardır: Düşüncede sapma, Duygularda çözülme/duygusuzlaşma. Ümmet'in büyük derdi bu iki noktada kendini gösteriyordu. İslam Ümmeti bu derdin miras bıraktığı görülmemiş bir zaafla kendine güvenini yitirmiş, tavırları fena halde bozulmuş ve düşmanla verdiği savaşlarda ruhsal bir çöküntüye uğramıştır.
Sayfa 49 - Bir Yayınları
Afganî, Osmanlı Devletinin ve diğer İslam ülkelerinin düçar oldukları gerilik ve çöküşün nedenleri üzerinde çok duruyor ve sürekli düşünüyordu. Sonunda buna yol açan iki esas nedeni tespit etti. İlki: «Eğer Osmanlı Devleti kurulduğunda veya Fatih döneminde veya Sultan Selim döneminde Arapça'yı İslam'ın dili olması açısından resmi dil olarak kabul etseydi ve bütün gücüyle Türkleri Araplara yakınlaştırmaya çalışsaydı, karşı konulmaz bir güç, girilemez bir kale ve otoritesi daha yerli yerinde ve köklü olurdu. Ama bu yapılmadı. Hatta daha da ileri gidilerek Araplar'ın Türkleştirilmesi düşünüldü. Etki bakımından birincisinden aşağı olmayan ikinci nedeni Afganî şöyle açıklamıştır: «İstanbul'un başkent olması ikinci nedendir. Burası yeni fethedilmiş bir yerdir ve devletin coğrafi bakımdan merkezinde değildir. Sonradan ele geçirilen yabancı bir toprak, yeri ne kadar sağlam, havası ne kadar güzel olursa olsun, devletin başkenti olmaya, uygun değildir. Bunun nedenlerinden önemlileri şunlardır: Bu tip topraklar ödünç elbise gibidir, el değiştirmesi kolay olur. Ama hakiki topraklar, yöneticinin hakimiyeti zayıflamadıkça bölünmez ve düşman eline düşmez. Yeni fethedilen topraklar genelde kuvvet kaynağından uzakta, dost ve düşmanın kuşattığı bir coğrafyada yer alırlar.»
Sayfa 43 - Bir Yayınları
İnsan çalışmaktan bir an geri kalsa ve ellerini tabiata açarak istekte bulunsa; tabiat ona istediğini vermez, hatta onu yokluk uçurumlarına iter. insanın yeni ürünler için kendisine yol gösterecek öğretmene ve rehbere ihtiyacı vardır. Kendisine lazım olacak şeyleri elde etmek için ne yapacağını bilmek ve buna göre nasıl çalışacağını öğrenmek durumundadır. Bundan sonra ortaya koyduğu şeyler insanın kendi eseri olur. İnsan bu âlemde bir sanatkar gibidir. Bu sanatkarın tabiata olan ihtiyacı, işçinin alete olan ihtiyacına benzer. İşte insan yeme, içme, giyinme ve barınmada böyledir.
Sayfa 101 - Bir Yayıncılık
Reklam
İslam'ın başlangıcından bu yana geçen zamanı gözden geçirdiğimizde bu durumu görmekteyiz. Müslümanlar hiç bir zaman kavim ve soy bağlılığına değer vermediler, sadece İslam ümmetinin geneline baktılar. Bundan dolayı Arap, Türk’ün hakimiyetinden nefret etmez. Acem, Arap’ın egemenliğini kabulden çekinmez. Hint'li, Afganlı’nın emrine girebilir. Hiç bir müslümanda bu yüzden yüzünü ekșitme görülmez. Başındaki idareci şeriat sınırlarından sapar ve kendi hakkı olmayan kimi noktalara el atarsa, işte o zaman kalplerde sıkıntı oluşur. Böyle bir idareciye olan saygı yitirilir. İdarecinin kendi kavmi bile onu bir yabancı gibi görmeye başlar.
Sayfa 84 - Bir Yayınları