Yazarın bütün hayatına etki eden Sovyetler Birliği'nin sindirme politikası, kitapta üstü kapalı olarak veriliyor. Devletin baskıcı politikasının yansıması olan entelektüel çevre, yazarlar ve yaratmış olduğu toplum şekli kıyasıya eleştiriliyor. Tabii ki şeytanın gerçekliği kıran kurgusu ile. Aslında bu gerçekliği kırmadaki ustalık, büyünün gerçekten daha elle tutulur yanı olduğunu göstermiyor değil Sovyetler Birliği için. Yazarın hayatının son dönemine doğru Stalin'e yazmak zorunda kaldığı mektup bile, bırakın yazdığı romanı bu baskıcı politikanın önemli bir yazar üzerinde sebep olduğu şeyleri göstermeye yeter de artar bile.
Kitabın açılışındaki din üzerine olan tartışma ve bundan doğan olaylar silsilesi sonraki sayfalarda "mutlak iyi" ve "mutlak kötü" kavramlarının olmadığını gösteren şeytanı bizlere sunuyor ki yaptığı kötülüklerin nerede son bulacağını düşünürken, romanın çok başka yönlere gittiğini görmek yazarın kafasındaki sorgulamaların aslında ne kadar derin olduğunu gösteriyor.
Kitapta yer alan mutlaklık mevzusunun ise zaten romanın başında vermiş olduğu (bkz: Faust) epigrafından bütün romana etki edeceğini hissediyoruz:
"söyle kimsin sen?"
"sonsuza dek kötülüğü isteyen, ama sonsuza dek iyilik yapan bu gücün parçasıyım."
Yine de kanaatimce son bölüm eklenmese daha iyi olurmuş diyebilirim.