Birbirinizi tanıdığınızdan ve anladığınızdan kuşkunuz olmayabilir. Ancak yine de Dostoyevski’nin bir sözünü dile getirmeden edemeyeceğim: “İnsanların birbirini tanıması için en iyi zaman, ayrılmalarına en yakın zamandır.”
Cumhuriyet tarihini bile okumamış insanları Dış işleri Bakanı, namaz hocası kitabından başka kitap tanımayan insanları yönetimin başı yaparsanız haliniz nice olur?
Ne olduğunu görebilmeniz için biraz daha dişinizi sıkacaksınız. Portakal, soğan, zerzevat satarak, 5 milyon işçimizi Avrupa'ya gönderip kanalizasyon ve tuvalet temizleterek, bin emekle 85 yılda biriktirdiğimiz kaynaklarla ortaya çıkardığımız tesislerimizi, limanlarımızı, hava alanlarımızı, kamu arazilerimizi, bankalarımızı, sigorta şirketlerimizi, fabrikalarımızı, üretime yönelik neyimiz varsa yabancılara sattıktan ve onlara avuç açar hale geldikten sonra, sokaklarımızdaki kara çarşaflıların, din adına insan kesenlerin, yaka paça bir yanda çağ dışı kıyafetlerle insanların kol gezdiği, uygar ülkelerce dışlanan bir ülke gördükten sonra anlayacaksınız devlet adamlarımızın niteliğini.
Düzeyli bir tartışmanın seyrini şu gözlemle anlayabilirsiniz: Karşınızdakinin suskunluğunun nedeni sizi anlama çabasından mı yoksa konuşma sırasının kendine gelmesini sabırsızlıkla beklemesinden mi?
Okuma kültürü olmayan, büyük bir olasılıkla da okuduğunu anlayamayan büyük bir kitle, kitapta nelerin anlatılmaya çalışıldığının farkında bile olamamıştır.