Gerici akım, sinemaya sıçramakta gecikmedi. Dinsel filmler, daha doğrusu din duygularını sömüren filmler büyük bir artış gösterdi. Ezan, mevlit okuma sahneleri, dua sahneleri, daha önceki yılların şarkılı, göbekli sahneleri kadar gereksiz, bol bol ve onlarla birlikte yer almaya başladı. Aynı gericilik akımı, 1969'dan sonra, daha azgın ve daha örgütlü olarak yeniden baş gösterecektir. İşte bir avuç yönetmen, Türk sinemasını tiyatronun etkisinden kurtarmak, sinema dilini kurmak görevini böyle bir ortamda gerçekleştirmeye çalıştılar. Gerçekleştirdiler de. Bu yönetmenlerin başında Lütfi Akad gelir. 1949'da Kurtuluş Savaşı'nı konu alan bir romandan Vurun Kahpeye filmini çevirerek işe başladı.
Bir de üniversite keşmekeşi var bunun üstüne, imam-hatip okulları politikası var, askeri ortaokulların ve liselerin kaldırılarak orduya subay yetiştirecek kurumlarda halk kökeninin yok edilmesi var, iktidar koltuğunda oturan politikacıların kürsüye çıkıp;
- Her ilde her ilçede imam-hatip okulları açacağız... demesi var, on binlerce hafız kursunun memleketi ağ gibi sarıp sarmalaması var... Zenginlerin çocuklarına Avrupa-Amerika olanakları var...
Bu adaletsiz sistem bilinçli bir politikayla yaratılmıştır ve yürütülmektedir.
Önemli olan kurumları değiştirmek değildir. Önemli olan insanı değiştirmek, görüşlerine yeni bir yön vermek, içgüdülerini yeniden biçimlendirmek, hedeflerini tazelemek ve değer ölçülerini yeni baştan düzenlemektir.
Türkiye, tüketim malları sanayiinin ağır bastığı, ara mallar sanayiinin gelişmekte bulunduğu, fakat yatırım malları sanayiinin ise emekleme döneminde olduğu bir aşamadadır. Oysa, dinamik sanayi dalları bu ikinci ve üçüncü içinde bulunmaktadır.
İnsanlığın ve uygarlığın Yunan ile başlayıp batı ile bitmediğine parmak basmak zorundayız. Yeni bir dünya kuruluyor; bu dünyanın dışında kalmak, çağdaş uygarlığa sırtımızı dönmek demektir. Batılılaşamayız, doğru; ama çağdaşlaşabiliriz.