Sadreddin Konevi Kitaplığı

Vahdet-i Vücud ve Esasları

Sadreddin Konevi

Vahdet-i Vücud ve Esasları Sözleri ve Alıntıları

Vahdet-i Vücud ve Esasları sözleri ve alıntılarını, Vahdet-i Vücud ve Esasları kitap alıntılarını, Vahdet-i Vücud ve Esasları en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Hakkın hakîkati, ilim-malûm ve alimi birleştirecek tarzda, kendisi ile kendi bilgisinde taayyünü itibarıyla kendisini bilmesinin sûretidir; O’nun zâtından ayrı olmayan zâtî sıfatı ise, kendi ötesinde hiç bir çokluğun veya hiçbir nispet veya itibarın düşünülemeyeceği ahadiyet-i cem’den ibârettir. Bu sıfatı tam olarak müşâhede etmek ve kâmil marifet ile bilmek şöyle gerçekleşir: Hak taayyün etmiş her şeyde Hakkın taayyün etmiş olarak idrâk edilmesini gerekli kılacak duruma göre taayyün hükmünü kabul eder. Bununla beraber Hak, taayyünde sınırlı değildir ve hüviyeti itibarıyla taayyün etmez; bu da, kendisini bilmesinin sûretidir. Böylece Hak, kendilerine göre taayyün ettiği şeylerdeki zuhûruna ve O’nu sadece bir mazharda müşâhede eden kimseye nispetle, zâtını taayyün edici bilir. Aynı zamanda hakkında taayyün hükmü verildiğinde bile Hakkın hüviyeti itibarıyla taayyünsüz olduğu da bilinir. Hakka dair bu hükmün verilmesi O’nu sadece bir mazharda idrâk edenin eksikliğinden kaynaklanır; bu mazhar, ister zuhûr edenin aynı, isterse de ondan başkası kabul edilsin değişmez.
Varlıkta mutlaklık ile nitelenmiş hiç bir şey yoktur ki, bir veya iki kişinin düşüncesinde belirlenişi cihetinden bile olsa, sınırlanmaya dönük bir yönü olmasın; aynı şekilde varlık hakkında sınırlanmışlık hükmü verilmiş hiç bir şey yoktur ki, mutlaklığa dönük bir yönü bulunmasın. Fakat bunu, sadece Hakkı bilen ve bileceği her şeyi Hak sayesinde bildikten sonra, eşyayı tam bir bilgi ile tanıyan kimse bilebilir. *** Bu müşâhedeyi tadarak müşâhede etmeyen, Hakkı ve âlemi tam bilemez.
Reklam
Şöyle ki: Aynanın kendisine yansıyan şeydeki tesiri, mutlak anlamda onun hakîkatine tesir ettiğinde geçerli olabilir; halbuki bu durumda böyle bir şey söz konusu değildir. Aynaya yansıyan şeyde aynanın tesiri, yansıyan şeyin hakîkatini bilmeyen ve onu sadece aynada idrâk edebilen kimsenin idrâki cihetinden sâbittir. Halbuki ayna, yansıyan şeyin hakîkati için bir mahal değildir; bilakis ayna yansıyan şeyin benzerinin ve bazı görünümlerinin mahallidir. Zuhûr ise sûretinin aynada yansıması açısından, yansıyan şeye izâfe edilen bir nispetten ibârettir; yoksa yansıyan şeyin hakîkatinin aynı değildir.
Bu tecellîyi tadanların öğrendikleri şeylerden birisi de şudur: Ayna olmaları itibarıyla a’yân-ı sâbitenin, ilâhî-varlık tecellîsindeki tesirleri, sadece tecellînin gaybında gerçekleşen çoğalmanın ortaya çıkışı açısından sâbittir. Binaenaleyh bu tesir, izhârda şart olan zuhûr nispetindeki bir tesirdir.
İlim, varlığa tâbidir. Başka bir ifâdeyle, her nerede varlık var ise, ilim de hiçbir şekilde kendisinden ayrılmaksızın onunla beraber vardır. İlmin farklılaşması mâhiyetin varlığı tam veya eksik kabulüne göre değişir. Buna göre, varlığı en kâmil şekilde kabul eden mâhiyette ilim en kâmil şekilde bulunur. Buna karşın ilim (: varlığı) eksik kabule göre noksanlaşır. İmkân hükümlerinin vücûb hükümlerine baskın olması da, ilmin eksik olmasının başka bir nedenidir. Bu böylece bilinmelidir!
giriş
Hak zâtına mahsus ilminin bütün mertebelerinde o seçkinlerin ilme’l yakinlerinin, ayne’l-yakinlerinin ve hakka’l-yakinlerinin aynısıdır; bu ilim, başta kendi zâtına, sonra da malumlarına taalluk eder. Bununla birlikte, söz konusu malumlar, kendileri cihetinden Hakk’ın zâtında silmişlerdir ve hükümleri bakidir. Ayrıca Hak bütün mevcutlarına ve onların mertebelerine sirayet etmiştir.
Sayfa 9
Reklam
Vech-i has
Manevi bir şeyin, yani manalar, isimler ve hakikatler aleminin bir ürün meydana getirmesi, mahiyeti açısından Hakk’a istinat eder. Bunun anlamı, vücudu bir şart ve vasıta itibarı olmaksızın, ayn-ı sabite anlamındaki vech-i has itibarıyla bir şeyin Hakk’a istinat etmesidir. Çünkü mukaddes Vücud ve yayılan feyiz de ihata, yayılma ve umum açısından böyledir.
Sayfa 40
Vücudu en kamil şekilde kabul eden mahiyetteki ilim en kamil şekilde bulunur. Buna karşın ilim, vücudu eksik kabule göre noksanlaşır.
Sayfa 19
Hakkın mutlaklığı
Bilinmelidir ki: Zâtına has mutlaklığı açısından Hakk’a dair, herhangi bir hüküm vermek veya bir vasıf ile O’nu bilmek(marifet); veya Vahdet(birlik), varlığının vacibliği veya (varlık için) mebde olması; veya yaratmayı gerektirme (iktiza) veya kendisinden herhangi bir şeyin sâdır olması; veya ilminin kendisine veya başkasına taalluk etmesi gibi herhangi bir nisbetin O’na izafe edilmesi sahih ve geçerli değildir. Çünkü bütün bunlar, taayyün(belirlenme) ve takayyür (sınırlanma) hükmü verirler.
Sayfa 11
Müşahade edilen varlık suretleri, zahir nisbetin tafsilleridir. Varlığa (kevn) yayılmış, histe idrak olunan ve suretlerin birbirinden ayrılmasını sağlayan nur, külliliği ve ahadiyeti açısından zahir nispetlerinin hükmüdür. Zahir nispetlerinin hükmü dememin sebebi, nurun mücerretliği itibarıyla zahiren idrak edilemeyişidir; bütün basit hakikatlerin hükmü de böyledir. Nur, Suretler ile kaim olan renkler ve yüzeyler vasıtasıyla idrak olunur. Aynı şekilde, diğer mücerret hakikatler de zahiren sadece maddede idrak olunabilir.
Sayfa 39
Reklam
Yağmur ve ışık, tabiatları ve hakikatleri açısından belirli tek bir taayyün ile zuhur edebilirler.
Sayfa 38
Bütün hakikat ve tabiatlar, ihataları, yayılmaları, ortaklıkları, küllilikleri açısından dikkate alınıp düşünüldüklerinde bir tek taayyün ile belirli bir zuhur ile taayyün ve zuhur etmezler; buna karşın, tabiatları ve kendilikleri açısından dikkate alınıp genel sebeplilikleri dikkate alınmadığında, herhangi bir mazhara göre taayyün ederler.
Sayfa 37
Her türlü çokluk ve bu çokluğun iliştiği şeylerin öncesinde bir birliğin bulunduğu açıklanmıştı. Bu nedenle, isimlerin, sıfatların ve hükümlerin Hakka nispet edilmesine vesile olan taayyünlerin daha önceki bir taayyün tarafından öncelenmiş olması şarttır. Bu taayyün bütün taayyünlerin kökeni ve kaynağıdır; şu anlamdaki, onun ötesinde sadece sırf mutlaklık vardır ve o da sadece olumsuz bir nitelemedir. Bu selbî hüküm vasıfların, hükümlerin ve taayyünlerin Hakkın künh-ı Zât’ından uzaklaştırılmasını; O’nun bir vasıfta veya isimde veya taayyünde veya belirttiğimiz ya da özetle değindiğimiz başka bir şeyde sınırlanmamasını ve hasredilmemesini gerektirir.
Aynı şekilde bu müşâhedeyi tadan kimse de, a’yân-ı sâbitenin mevcutların hakîkatleri olduğunu; onların yaratılmamış olduklarını; Hakkın hakîkatinin yaratma ve teessürden münezzeh olduğunu; ortada Hak ve söz konusu a’yânın dışında üçüncü bir şey bulunmadığını öğrenmiştir. Bu durumda -zikrettiğimiz husus o kişi için geçerli ise- hiç bir şeyin bir başkasında tesiri bulunmadığını; eşyanın kendilerinde müessir olduklarını; illetler ve müessir sebepler diye isimlendirilen şeylerin de şeylerin kendilerinde zuhûru için gereken şartlardan ibâret olduklarını bilmesi gerekir; yoksa burada başka bir hakîkate tesir eden herhangi bir hakîkat söz konusu değildir.
Şüphesiz ki Hak için düşünülen her belirleniş, O’nun için bir isimdir; çünkü isimler, muhakkiklere göre, Hakkın taayyünlerinden ibârettir. O halde Hakkın nitelendiği her kemâlin bu açıdan esmâî kemâl olması gerekir. Hakkın isimlerinin birlik mertebesinden meydana gelmesi ise, O’nun zâtının gerektirdiği bir şeydir; çünkü Hakkın nitelendiği bütün kemâller zâtî kemâllerden ibârettir.
66 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.