Arthur Schopenhauer, 22 Şubat 1788'te Danzing'de dünyaya gelir. Huzursuz bir çocukluk geçirir. Babasının kendisini yalnız bıraktığını, annesinin ise sevmediğini düşünür. Duyguları karmakarışık, endişeleri diz boyudur. İşleri bozulan babası intihar etmiştir. Koca baskısından kurtulan ve ekonomik anlamda endişesi olmayan dul annesi, hayattan bütün hevesini almaya başlar. Artur Schopenhauer, babasının baskısıyla tüccar olacakken, onun ölümüyle meslek değiştirir. Latince ve edebiyat dersleri almaya başlar. 1809'da Göttingen Üniversitesi'nde tıp eğitimine başlar. İkinci yarıyılda tıbbı bırakıp felsefeye geçer. Annesinin soğuk yüreği ve hayatı karşılayışındaki yüzeysellik, Artur'a dünyayı yaşanmaz kılmaya yetecektir.
Artur Schopenhauer'un babasından kalan miras, ona ömür boyu yetecektir. O da bu güvenle kendini felsefi çalışmalara bırakır. Ancak parasının bulunduğu banka batar ve beş parasız kalır. Çalışmak zorunda olduğunu hisseden Artur, Berlin'de 24 yarıyıl ders vermek üzere üniversiteyle anlaşır. Ne var ki ancak tek bir yarıyıl profesör olarak ders verebilir. Çünkü karşısına engel olarak Hegel çıkar. Hegel ile seminerleri aynı gün ve saate denk gelen Artur, derslerine fazla kişi gelmemesi nedeniyle başarısız olur. Çünkü herkes Hegel'in seminerlerini dinlemektedir. Artur, daha sonradan batan bankadan parasını bir şekilde kurtarır ve ekonomik anlamda eski rahat hayatına yeniden kavuşur.
Arthur Schopenhauer, annesi ile arasındaki gerginliğe katlanamaz hale gelir. Annesi ile arası ölümüne kadar açılır. Anne oğul birbirlerini bir daha hiç görmezler. Artur'un annesi ile arasındaki sert çatışma, onun kadınlarla olan ilişkisinde belirleyici bir etmen olarak kalacaktır.
1825 -1831 yılları arasında Berlin'de yaşar. O yıl patlak veren koleradan kaçıp Frankfurt'a yerleşir ve Artur Schopenhauer bir bakıma kendi dünyasına kapanır.
1821 yılında Caroline Louise Marquet adlı bir kadınla başa derde girer. Artur ev konusunda haklı olmasına rağmen, kadın mahkemede yaralandığını ileri sürer. Bu dava uzun yıllar başına dert olur.
Artur Schopenhauer; çocukluk yıllarında yaşadıkları, annesinin ona yaptıkları, bir kadın tarafından haksız yere suçlanıp yıllarca bununla uğraşmanın getirdiği psikolojiyle, o kadınlara karşı soğumuş ve cephe almıştır. Bugün özellikle kadınlar tarafından, kadın düşmanı olarak tanıtıldığını görmeği esefle karşılıyorum. Kimsenin ne yaşadığını biz bilemeyiz. Onu kadın düşmanlığı ile suçlayıp, bunun nedenlerini araştırmadan peşin hüküm veren zavallılara acıyorum.
Artur Schopenhauer, yalnız değilsin. Bırak seni kadın düşmanı olarak tanıtmaya devam etsinler. Garcia Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık romanında Ursula'nın da dediği gibi: "Elalem ne düşünürse düşünsün, ne derse desin. Biz öyle olmadığını biliyoruz ya."