Her sayfada aydınlanma yaşayabileceğiniz bir kitap. Alıntılar üzerinden gidelim.
“Neden insan ölümsüz değil?” diye düşündü. Beynin merkezi ve kıvrımları, görme ve konuşma yetisi, bilinç ve zeka… Eğer bütün bunlar toprağa karışıp, sonunda da dünya kabuğuyla birlikte soğuyarak milyonlarca yıl boyunca güneşin etrafında anlamsız ve amaçsız bir şekilde döneceklerse neye yarıyorlar?”
Bu cümle yüzüme tokat gibi çarptı. Neden yaşıyorum? Varoluş amacım ne? Cevabını tabii ki bulamadım.
“Şans eseri oluşan koşullar sonrasında, seçim hakkı olmadan, hiç yoktan hayata davet edilmiştir… Ne için?
Bu cümle de beni benden aldı. Bu hayata acı çekmeye mi geldik? Acı derken çoğu kişinin alıntı yaptığı şu cümle de çok doğru noktaya parmak basıyor.
“Acıyı küçümsersiniz, ama parmağınızı kapıya sıkıştırdığınız vakit en yüksek perdeden inlersiniz”
Samimiyetsizlik ve empati eksikliği bu kadar güzel anlatılamazdı.
“Şahsiyetlere karşı takınılan tutum böyle resmi ve ruhsuz olduktan sonra hakimin masum bir insanı bütün özel haklarından mahrum ederek ona ağır hapis cezası vermesi için tek şeye ihtiyacı vardır: Zaman. Karşılığı hakim maaşı olan, bir kaç formaliteyi yerine getirebilecek kadar zaman…”
Hele bu cümle. Ne kadar acı! Bir o kadar da gerçek!
Kitapta o kadar güzel tespitler var ki neredeyse her satırı alıntı olarak paylaşasım var. Son alıntımla inceleme yazımı bitireceğim.
“Lakin emin olabilirsin, efendi, o güzel günler gelecek!”
1882’de yazılmış bu kitabın üzerinden 140 yıl geçmiş. Peki size sorarım. O güzel günler ne zaman gelecek?