Meursault, bir yabancıydı. Mümkün dünyaya, çevresindeki insanlara, takvim yapraklarına ve en önemlisi kendine... Ona göre hayat, yaşanma zahmetine değmeyen bir şeydi. Yeni bir hayata hazır olduğunu düşündüğü annesin ölümünde tepkisiz kalması, ağlamaması mıydı onu yabancı yapan?
Hepimiz birbirimizden farklı doğar, farklı yaşar ve farklı ölürüz. Bu yolda hayatımıza birileri dahil olur ve zamanı geldiğinde bize ait o yoldan sapar ve kendi yoluyla devam eder. Meursault işte bu yol sonunda yalnız kalacağını bildiğinden yabancıydı.
Onun hayatına girip çıkan insanlar gri silüiietlerden ibaretti. Biz, aptal varlıklar, aksine onlara karşı aşk, tutku, dostluk, sevgi, şefkat gibi duygularla yaklaşmak yerine gözleriyle benimsiyordu. Kitabın her sayfasında kırık camlardan Camus yansıyordu. Onun duyguları, onun ağlayamayışı ya da onun sigarasının kokusu vardı. Bugün annem öldü belki de yarın ben.. Bilmiyorum ama öenmli de değil, der gibiydi.
Kitabın kurgusu olsun, dili, akıcılığı gerçekten Albert Camus'un Nobel'e layık olduğunun hakkını sonuna kadar veriyor. Ben kitabı çok Beğendim, eminim siz de çok beğeneceksiniz. Kitaba PUANIM: 10/10