Öylesi de, böylesi de sorup dinleyenlerin hayranlığın artırmaktaydı: Maçka Çarşambaları'nın konukları da herkes gibi yer, tarih ve köken verildi mi özet bilgiyi en üstün bilgi sayıyorlardı genellikle, " Bilmiyorum!" yanıtıysa, onun ağzından çıkınca, bligelik, alçakgönüllülük ve uzmanlığa saygı göstergesi olarak algılıyorlardı: buraya ondan bir şeyler öğrenmek, en azından, Prof. Dr. Osman Nuri Balcı'nın deyimiyle, " bir bilgi anıtını görmek" için gelmiş olduklarını unutuyor, birdenbire görüşleri değişmiş ve bilmemek, özellikle de " Bilmiyorum!" diyebilmek özel bir beceri gerektirirmiş gibi, o " Bilmiyorum!" dedi mi hayranlıktan ağızları açık kalıyor, bu sözcüğün başkalarınca da sık sık yinelendiğini uslarına getirmeden, Yusuf Aksu'yla Sokrates arasında bir koşutluk kuruyor, " Bilmiyorum!" derken sıradan bir gerçeği dile getirmiş olabileceğini düşünmüyorlardı.
İnsanlar böyleydi bir zamanlar birbirlerini anlarlardı, üstelik, hem daha çabuk, hem daha kolay anlarlardı; sonra, başka yaratıklar bu gereği duymazken, kendilerinin de buna hiç gereksinimi yokken, şu hep en kolayı arama hastalıkları yüzünden, tekilin yerini çoğula, bireyin yerini topluma, özgünün yerini genele, derinin yerini yüzeysele verdikçe, yazıyı bulmuşlar, bununla da yetinmeyerek bildirişimin yerine bildirişimin öyküsünü egemen kılmak pahasına dili uydurmuş, doğadan ve doğallıktan kopmuşlardı.
Firuz Polat bayağı şaştı bu işe, insanların yüzde doksan dokuzunun dünya görüşünün kişiliklerine nerdeyse pamuk ipliğiyle bağlandığını, başka bir görüşe bağlanmaları için bazı bazı çok küçük bir durum değişiminin, hatta kısacık bir köşe yazisinin yettiğini düşündü.
Bilirsiniz,hocam, gazeteler yalnızca üç şeyi yazar: olması gerekeni, olmaması gerekeni, bir de hiç olmayanı. Ben bir gazetenin hiçbir şeyi olduğu gibi yazdığını görmedim.
Günümüzde her sey öyle yolundan çıktı ki doğruyu ancak görünenin, söylenenin, doğru diye bilinenin dışında, daha da iyisi, karşısında bulabiliriz. Yanlış doğru karşıtlığı çoktan suyu çıkmış bir şey.