(Rousseau, Jean-Jacques, Yalnız Gezerin Hayalleri, Çev. Hasan Fehmi Nemli, Alfa Yayınları, 2. Baskı, Mart 2020, s. 176)
Ruso’yu (1712-1778) böyle bilmezdim. O bize Aydınlanma’nın en önemli filozoflarından biri olarak tanıtıldı hep. Bu eserinde ise hiç de öyle bir filozof değil Ruso. Aydınlanma’nın en önemli kabullerine; bilime, akla, sanayileşmeye mesafeli; hatta enikonu romantik. Doğrusu hoşuma gitti böyle bir Ruso görmek.
Ruso bu eserini ömrünün sonlarında yazmış. On gezintiden (son gezinti yarım kalmış) oluşan kitapta yazar, yaşamını ve benliğini sorguluyor. İnsanlara oldukça kırgın ve sitemli; huzuru inzivada bulmuş gibi bir hâli var.
Yazarın dile getirdiği düşünceleri yıllardır ben de sorgulayıp duruyordum. Bir bakıma Yalnız Gezerin Hayalleri’nde kendime bir destek buldum. Fakat bunun için pek sevinmedim, aksine biraz gerildiğim bile söylenebilir; çünkü bu türden eserler yüzleşmekten kaçındığım bazı meseleleri tekrar düşünmek zorunda bırakıyor beni. (İçimden bir ses “Belki de iyi yapıyor.” deyip duruyor bu arada.)
Sözü fazla uzatmayacağım. O kadar çok yeri çizdim ki alıntıdan da vazgeçtim. İyisi mi siz hemen edinin bu güzel eseri (Nemli çevirisini tabii) ve ciddi bir şekilde okuyup irdeleyin. Kesinlikle çektiğiniz zahmete değecek, belki de yaşamınızda ummadığınız bir kapı aralanacaktır. 18. yüzyılda yaşayan Ruso’nun sıkıntıları modernliğin şu an içinde bulunduğumuz tartışmalı evresindeki (postmodern, geç modern vb.) insanın çektiklerine o kadar benziyor ki…