Tipik bir mantıkçı olan Alvin Plantinga, teizmin aslında temel bir inanç olduğu fikrini sundu. Tanrı'ya inanmanın, diğer zihinlere veya algilara (bir ağacı görmek) ya da hafızaya (geçmişe inanmak) inanmak gibi diğer temel gerçeklere inanmakla aynı olduğunu savundu. Bütün bu durumlarda, söz konusu inancın gerçekliğini kanıtlayamasanız da, bilişsel yeteneklerinize güvenirsiniz. Aynı şekilde, insanlar bazı önermeleri (örneğin dünyanın varoluşu) temel olarak, diğerlerini de bu temel önermelerden türetilenler olarak kabul eder. Burada iddia edilen, inanç sahiplerinin Tanrı'nın varlığını temel bir önerme olarak kabul ettiğidir.
Thomist filozof Ralph McInerny yaptığı muhakeme ile insanların doğal olayların düzeni ve yasaya benzer karakterleri nedeniyle Tanrıya inanmalarının doğal olduğu sonucuna vardı. O kadar ki, ateizme karşı aksi ispatlanıncaya kadar geçerli gibi görünen bir iddia olarak,Tanrının varlığının neredeyse doğuştan gelen bir inanç olduğunu söyledi. Yani, Plantinga teistlerin ispatlama sorumluluğunu taşımadığını savunurken McInerny daha da ileriye giderek ispatlama sorumluluğunun ateistlerde olması gerektiğini iddia etti!
Burada, diğer antiteolojik iddialarımın tersine, ateizm varsayımına dair iddianın teistler tarafından tutarlı bir biçimde kabul edilebileceğine işaret etmeliyim. Bir Tanrı'ya inanmak için yeterli neden sunulduğunda, teistler buna inanarak felsefi bir günah işlemiyorlar! Ateizm varsayımı olsa olsa metodolojik bir başlangıç noktasıdır, varlıksal bir sonuç değil.