Varoluşun Sırlarını Açığa Çıkarmak

Yaşamın Matematiği

Ian Stewart

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Evrim
Üçüncü devrim, sakin bir bekleyiş döneminin ardından geldi, fa kat 1859 yılında Darwin Türlerin Kökeni'ni yazdığı zaman ortalık tam anlamıyla kaynamaya başladı. Kitap daha sekizinci baskısını yaparken Galileo, Copernicus, Newton ve Einstein' ın çalışmala­rıyla karşılaştırılarak tüm zamanların en büyük bilimsel çalışmaları arasında sayılmaya başlandı. Türlerin Kökeni' nde Darwin yaşamın çeşitliliğinin kaynağı olacak yeni bir görüşü ileri sürüyordu. Onun zamanında, sıradan insanlar kadar bilim insanları ara­sında da yaygın olan inanç, türlerin Tanrı tarafından bireyler olarak tüm kainatın yaratma işinin bir parçası olarak yaratıldığı yolundaydı. Herkes oldukları gibi yaratılmıştı. Bu görüşte, tür­lerin zaman içinde değişmeleri gibi bir olgu yoktu: bir koyun es­kiden neyse şimdi de oydu ve hep öyle kalacaktı; bir köpek hep köpekti ve hep köpek olacaktı. Hayvanlar daha uyumlu olabil­mek için değişemezlerdi: onlar, bir plana göre hareket eden biri tarafından büyük bir özenle öyle seçilmiş olmalılardı. Fakat Dar­win, kaynaklara yönelik rekabet üzerinden doğanın tek başına de­ğişiklikler yapabileceğini fark etmişti. Zor zamanlarda, hayvanlar içinde en uzun süre yaşayanlar en iyi olanlar oluyordu ve onların gelecek kuşakları da bu en iyiler üzerinden çoğalıyorlardı; böylece yeni kuşaklar çevrelerine hafıf bir şekilde daha iyi uyum sağlayan­lardan oluşuyordu.
Matematikte kuram ve uygulama, Ay'ın evreleri için kemiklerin üzerine çentik atan ilkel insanlardan, Büyük Hadron Çarpıştırıcısı kullanarak Higgs bozonunu araştıran bilim insanlarına kadar daima el ele gitmiştir.
Reklam
mikroskop sayesinde her şey karmaşıklaştı
Ama bir mikroskop yardımıyla bakılınca her şey karmaşıklaşıyordu. Ve daha yakından baktıkça da her şey daha da karmaşıklaşıyordu. Süt saf bir madde değildi, fakat birçok şeyin bir karışımıydı. Ot öyle karmaşık bir şeydi ki onu hala bile tam olarak anlayabilmiş değiliz. Bir ineğin karmaşıklığı ise çok daha büyük­tü. O insani seviyeden bakınca basit bir şeydi, fakat mikroskobik seviyede ifade edilemez biçimde karmaşıktı.
sınıflanfdırma
İkinci devrim İsveçli bir botanikçi, doktor ve zoolog Cari Linnae­us tarafından başlatıldı. Linnaeus doğal dünyaya o kadar büyük bir ilgi besliyordu ki , onu katalogla­ması gerektiğine karar vermişti
Dna nın yapısı
1950'li yıllarda Francis Crick ve James Watson, nerdeyse ev­rensel olarak tüm canlı varlıklarda karmaşık moleküler yapıların olduğunu düşünmeye başlamışlardı. Bunlar evrensel olarak baş harfleriyle DNA olarak bilinen dezoksiribonükleik asitlerdi. Britanya vatandaşı olan Crick, fizik eğitimi almıştı, fakat sonradan yüksek ısılarda suyun akışkanlığı üzerine bir doktora tezi yazarken bu alandan sıkılmış ve 1947'de biyokimyaya geçmişti. Amerikalı olan Watson'un ilk diploması zooloji üzerineydi ve bakterileri etkileyen bakteriyofanj (bakteri yiyen) denilen bir tür virüsle ilgile­ meye başlamıştı. Ama onun büyük projesi genin fiziksel doğasnı, yani moleküler yapısını anlamaktı. O zaman, genlerin hücrelerin kromozomlar diye anılan bölge­sinde olduğu ve proteinler ile DNA 'dan oluştuğu düşünülüyordu. Biyologlar arasındaki geleneksel anlayışa göre organizmalar prot­inden oluştuğundan bu sayede yeniden üreyebiliyor ve kendilerini kopyalayabiliyorlardı. ***** Aniden, biyolojinin dikkati temel maddelerin moleküler ya­pılarına yönelmişti: dNA, proteinler ve ilişkili moleküller. Üni­versitelerin biyoloji departmanları ellerinin altındaki biyologları, zoologları ve taksonomistleri ya kovdular ya da emekli ettiler; o za mana kadar hayvanlar dünyasıyla çalışan bütün herkes tamamen kullanım dışı kalmıştı. Gelecek moleküllerdeydi. Ve onlar gerçek­ten de öyleydi ve öyle de oldu. Ve biyoloji bir daha asla eskisi gibi olmadı. Crick ve Watson, doğru yapıyı bulmadan bir­kaç gün önce gittiği Eagle'da (Cambridge Senet Caddesi'ndeki bir pub) gururla ifade ettiği gibi 'yaşamın gizemini' çözmüşlerdi.
Başlangıçta, biyoloji sadece bitkiler ve hayvanlarla ilgiliydi. Sonra hücrelere yöneldi. Şimdi ise, büyük genelde karmaşık mole­küllerle ilgileniyor. Bilimsel düşüncedeki yaşamın gizemi üzerine bu değişimi yansıtmak için güncel insani seviyeden bir başlangıç yapan elinizdeki bu kitap, sonra biyologların canlıların mik­roskobik yapılarına hiç olmadığı kadar odaklandıkları tarihi bir güzergaha geçiyor ve nihayet 'yaşamın molekülü' dNA ile son bu­luyor.
Reklam
Genetik
Dördüncü devrim Gregor Mendel'in genleri keşfetmesiyle gerçek­leşti. Onun çalışması 1865'de yayımlanmıştı, ama değerinin anla­şılması için 50 yıl daha geçmesi gerekecekti. Organizmaların renk, boyut, doku ve şekli gibi gözlenebilir unsurları özellik olarak bilinirler (karakteristik veya haslet diye de anılır). Darwin, birkaç belirgin mantık yürütmeden sonra, bunun bir şekilde olması gerektiği çıkarsamasını yapmıştı, ama nitelikle­rin ebeveynlerden çocuklara nasıl geçtiği konusunda bir fikri yok­tu. Aslında, aktarım mekanizması konusunda Köken'i yazarken sürdürülen bazı araştırmalar vardı, ama o bunların farkında değil­di. Bilseydi, onların Darwin'in düşünceleri üzerinde temel bir et­kisi olabilirdi. 1860'lara doğru Avusturyalı rahip Gregor Mendel yetmiş yıl boyunca bezelye yetiştirdi -70.000 adet- ve her kuşakta belli bir özelliğin kaç defa oluştuğunu saydı. Bezelyeler pürüzsüz müydü ya da buruşuk muydu? Mendel'in gözlemleri bazı merak uyandıran matematiksel desenler oluşturmaya başlamıştı ve sonunda her ya­şayan organizmanın içinde, organizmanın kendisinin birçok özelliğini bir şekilde belirleyen şimdi gen diye andığımız 'faktörler'in olduğuna ikna olmaya başlamıştı. Bu faktörler önceki kuşaklar­ dan kalıtımsal olarak geçiyor ve eşeysel türler içinde çiftler halin­ de oluşuyordu: biri 'baba ' (bitkinin erkek organı) ve biri de 'anne' (dişi organ) idi. Her faktör birkaç belirgin biçime yol açıyordu. Bu 'aletlerin' -genetik alternatifler- rastlantısal karışımı sayısal desen­ler oluşturuyordu.
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.
Resim