Kendimizle ilgili bilgileri başkalarından öğreniyoruz. Gita, Upanişadlar, Kuran, İncil, Freud. Aracılığıyla elde etmiş oluyoruz bilgiyi, onlar insana ne olduğunu söylüyor. Bu da kendimiz hakkındaki bilgiye başkaları aracılığıyla ulaşmakda bilgi. Peki bilgiyi topladığımızda, kim olduğumuzu ve nasıl düşünmemiz gerektiğini, başkalarından öğrendiğimizde bu bilgi mi? Yoksa cehalet mi? Bize kendimiz hakkında ne düşünmemiz gerektiğini söylemeleri için uzmanlara bağımlı olmak, kendinize felsefecilerin gözünden, gurunun gözünden veya dünyanın her tarafındaki liderlerden herhangi birinin gözünden bakmak cehalet değil mi? Bir yandan doğayla ilgili, maddeyle, bilimle ve benzeri konularla ilgili bilgi birikimimizi artırırken bir yandan da muhtemelen hayattaki en önemli şeyi, kendi zihnimizin yapısı ve doğasını tamamen göz ardı ediyoruz. Bu elbette cahilliktir. Ne kadar zeki olursanız olun, tüm güncel olaylarla ilgili ne kadar bilgi sahibi olursanız olun, teknolojik olarak ne kadar yetkin olursanız olun, derinizin altında olup biteni tamamen göz ardı etmeniz bütünsel cehaletin bir türüdür. Yani bir elinizde olağanüstü bilgi, diğer elinizde ise mutlak cehalet var.
Jiddu Krishnamurti, Niçin Eğitiliyoruz?
İnsan bütün belirsizlikleri ve endişeleriyle hayattan ve kendi zihninin yarattığı tanrılarından da korkuyor. Onu güce ve saldırganlığa iten şey korkudur.
"Öz-çıkara sahipseniz, o zaman siz kaçınılmaz olarak dar, yetersiz, zavallı bir zihne sahipsiniz demektir. İyi bir iş yapıyor olabilirsiniz, başkalarına cömertçe yardımda bulunuyor olabilirsiniz veya sözüm ona mutlu bir evliliğiniz olabilir; aşktan bahsedebilirsiniz, karınızı, çocuklarınızı veya dostlarınızı seviyor olabilirsiniz ama bu yıkıcı öz-çıkara sahipseniz mülkiyete, mevkiye, paraya ve güce büyük önem veren sıradanlık damgası yemişsiniz demektir. "